- Katılım
- 10 Eki 2008
- Mesajlar
- 3,655
- Tepkime puanı
- 213

Bazen çok basit olsun istersin.
En basiti mümkünse.
Yazarken de, düşünürken de.
Gördüğünle, duyduğunla yetinmek, arkasını düşünmemek.
Eş anlamlılarını hiç bilmemek sözcüklerin.
Aklına onlarca yıl tek bir soru bile gelmemesi, sormamak.
Dünyayı kendinle başlatmak ve kendinle sona erdirmek.
Aristoteles, Darwin, Einstein, Tesla gibi isimleri hiç duymamış olmak.
Karşıt anlamlarını bile bilmemek sözcüklerin.
Hiçbir şeyden anlamamak, olayları olduğu gibi kabullenmek.
Uçaklar nasıl uçar, gemiler nasıl yüzer ya da sıkı bir savaşta aslan mı yoksa fil mi galip gelir bunu hiç merak etmemek.
Unutmak, unutmak...
Aşık olmamak, aşık olunmamak, aşk nedir hiç öğrenmemek.
Daha yaşarken unutmak başına gelen her şeyi, bütün anlamları, varlığı, yokluğu.
Hiçliği sahiplenmek ama Nietzsche'den bihaber olmak.
Özlememek, özlem duymamak, geride bırakmamak, geride kalmamak.
Mesela, bir Tarkovski filmi izledikten sonra haftalarca üzerine düşünüyor, sahneleri rüyanda görüyorsan yazık,
öyleyse kendine yazık etmemek.
"Ayaklarını akıntıya sarkıtan çocuk" gibi anayurtsuz kalmamak.
Yerçekimi varmış çeksin, doğum varmış doğulsun, ölüm varmış ölünsün, şarkılar varmış çalınsın, ayrılıklar varmış kopulsun, kavuşmalar varmış olsun!
Bazen basitleşmek istersin, basitin içinde bir kum tanesinin zerresi kadar küçülmek ve gözden kaybolmak.
Çin'de bir pirinç tarlasında, Ege'de bir balıkçı köyünde, Alpler'de bir dağ kasabasında, Moğolistan bozkırlarında göçebe çadırı içinde, Beyaz Rusya'da kayın ağaçları arasında, Sicilya'da şarabı hiç meşhur olamamış bir bölgede...
Bunların herhangi birinde doğmuş, yaşamış ve ölmüş biri olmak...
Basit, sıradan, öylesine...
"Bedia Ceylan Güzelce"