Neler yeni

Yeni mesajlar Yeni konular En çok mesaj En çok tepki En çok görüntülenen

N/A8

♾️Grafik Gurusu♾️
Katılım
31 May 2007
Mesajlar
1,155
Tepkime puanı
73
Sevdiğiniz Öykü paylaşımlarınız...

PAULO COELHO

Aslan ve Kediler


Aslan derin bir konuşmaya dalmış bir grup kediyle karşılaştı. �Onları yiyeceğim,� dedi kendi kendine.

Ama birden bire tuhaf bir sükunet çöktü üstüne ve kedileri yemek yerine, konuşmalarını dinlemeye karar verdi.

�Sevgili Tanrım,� dedi kedilerden biri, aslanın varlığından habersiz: �Bütün gün gökyüzünden üzerimize fare yağdırman için dua ediyoruz.�

�Ve hiçbir şey olmuyor,� dedi bir başka kedi; �Belki de tanrı yoktur!�

Gökyüzünden hiçbir cevap gelmedi. Ve kediler inançlarını kaybettiler. Aslan yattığı yerden kalktı ve kendi yoluna giderken düşündü: �Kim bilebilirdi ki? Orada dikilmiş o küçük yaratıkları öldürmeye hazırlanıyordum ve Tanrı beni durdurdu. Oysa kediler sadece istedikleri şey başlarına yağmadı diye yüce varlığa inanmaktan vazgeçtiler.

Kendini Beğenmiş Papatya

Bir papatya tarlasının ortasında duran bir papatyayım ben,� diye düşündü çiçek; Bunca papatya arasında güzelliğim fark edilmiyor.�

Bir melek bu düşünceleri duydu ve papatya cevap verdi:

Ama sen güzelsin!�

Evet, ama eşsiz ve tek olmak istiyorum!�

Papatya sürekli durumundan yakınınca melek onu yerinden alıp şehrin göbeğinde küçük bir parka koydu. Günler sonra, vali şehrin yenilenmesi için yanında bir bahçıvanla parkı görmeye geldi:

Burada doğru dürüst bir şey yok, buradaki otları söküp toprağı iyice temizleyin, sonra da sardunyalar ekin.�

Bir dakika!� diye bağırdı papatya: Eğer bunu yaparsanız beni öldürürsünüz!�

Eğer senin gibi başka pek çok papatya olsaydı, çok güzel görünürdü ve böyle bir papatya tarlasını bozmazdık,� diye cevap verdi vali, �Ama burada senden başka papatya yok. Ve sen tek başına bir bahçe yapamazsın.�

Bu sözle birlikte çiçeği topraktan çekip çıkardı.

Kirpiler ve Yalnızlık

Bir okuyucum, Alvaro Conegundes, Buzul Çağı döneminde pek çok hayvanın nasıl soğuktan donarak öldüğünü anlatıyor. Kirpiler de durumun farkına varmışlar, soğuktan korunmak ve kendilerini koruyabilmek için birbirlerine iyice sokulma kararı almışlar.

Ama sırtlarındaki oklar birbirlerine batınca ayrılmışlar ve hepsi kendi yollarına gitmişler.

Soğuk devam ettikçe de birer birer donarak ölmeye devam etmişler. Sonunda bir karar vermeleri gerekmiş: Ya ölüp yeryüzünden silinecekler ya da dikenlerine rağmen birleşip birbirlerine sokulmayı göze alacaklar�

Akıllıca davranmışlar ve birlik olmuşlar. En önemli şey donmamak için her kirpinin bir diğerinin sıcaklığından faydalanması olduğundan, dikenlerin batmasına aldırmadan iyice birbirlerine sokulmuş, bu yarı ilişkinin getirdiği küçük yaralarla yaşamayı öğrenmişler.

Ve hayatta kalmışlar.

=)
 

dookie

🌱Yeni Üye🌱
Katılım
16 Eki 2007
Mesajlar
9
Tepkime puanı
0
Kucuk bir erkek cocuk annesine sordu "Nicin agliyorsun?". cunki ben kadinim"diye cevapladi annesi. Anlamadim!" dedi cocuk. Annesi cocugu kucaklayip "Ve hic bir zaman anlayamayacaksin!" dedi.

Babasina "Baba, annem nicin agliyor?" diye sordu.Babanin cevabi "Butun kadinlar sebebsiz aglayabilen yapidadir" diye oldu.

Kucuk oglan buyudu, yetiskin adam oldu, hala kadinlarin nicin agladiklarini kesfedemedi.

Nihayet öldukten sonra cennete gittiginde Allah'a sordu. Allahim!" dedi.

Kadinlar nicin bu kadar kolay aglayabiliyorlar?" Allah dediki...

Ben kadinlari ozel yarattim!... Tum yasamin agirligini tasiyabilecek kuvvette olmasina ragmen baskalarina teselli verecek kadar yumusak omuzlar,Dogumun acisina oldugu kadar dogurduklari evlatlarinin nankorlugune dayanabilecek ic kuvvetini verdim. Baskalarinin kuvvetinin kalmadiginda devam edecek azmi, ailesinin hastaliginda yorgunluga papuc biraktirmayacak kudreti verdim. Her turlu sart altinda, ve hatta annelerini cok kotu incitselerde, cocuklarini sevmek duygusalligini verdim. Bu duygusallik her yastaki cocuklarinin yaralarini sarmalarina, sorunlarini dinleyip paylasmalarina yardim ediyor. Kocalarini tum kusurlariyla sevmek kuvvetini verdim. Erkegin kaburgasindan onlari erkegin kalbini korumalari icin yarattim. Onlara iyi bir kocanin esini asla incitmeyecegini fakat bazen destek ve kuvvetini deneyecek davranislarda bulunacagini anlayacak duyarli bir zeka verdim. Tek zayiflik olarak kadinlara birer goz yasi verdim.

Tamamen kendilerinin sahip olduklari, ihtiyaclari oldugunda kullanmak uzere.. İnsanlik icin bir gozyasi..." diye cevapladi. Kadini guzel yapan sey ne saci,ne vucudu, ne kendini ne sekilde tasidigidir.Kadini esas guzel yapan sevgisini paylasabilmesi, fedakarligi, sorumlulugu,anlayisi, sadece bilgiye degil ayni zamanda kalbe de yonelik aklıdır.


Biz erkeklerden üstün olduğunuzu kabul ediyorum ve her fırsatta dile getiriyorum.Siz olmasaydınız biz olamazdık.
 

N/A8

♾️Grafik Gurusu♾️
Katılım
31 May 2007
Mesajlar
1,155
Tepkime puanı
73
İncitmeyecek kadar uzak, üşümeyecek kadar yakın...

İncitmeyecek kadar uzak, üşümeyecek kadar yakın...

Hikaye şöyle.. Çok eski zamanların dondurucu bir kışı yaşanırken, bütün hayvanlar acımasız soğuktan çok etkilenmiş ve çok büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri olmayıp, kendilerini sıcak tutması mümkün olmayan dikenleri varmış. Bu durumdan çok endişe duyan kirpiler, en az zararla kışı geçirebilmek için meclislerini toplamış ve çözüm aramaya başlamışlar. Tartışa tartışa, nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına ve birbirlerine çok yakın durarak geceyi geçirmelerine karar vermişler.

Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak ve aralarındaki hava akımını önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış. İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama daha önce hiç ön göremedikleri bir başka problem çıkmış ortaya. Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından kirpiler birbirlerini sivri oklarıyla yaralamışlar. Daha sonraki gece yaralanma korkusundan dolayı kirpiler, bu defa da birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu seferde donmaktan kendilerini kurtaramamışlar.

Ne var ki, her gece, bazen uzaklaşarak bazen de yakınlaşarak, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler. Bu değerli öğreti de onların hayatta kalmalarına neden olmuş.

Kıssadan hisse;
İster kabul edelim ister etmeyelim, hepimizin bizi kaplayan uzun dikenlerimiz var. Bunlar, bizim hayata karşı savunma mekanizmalarımız, filtrelerimiz. Bazen faydalı, bazen de zararlı. Çoğu zaman, kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza ya da korkutuyoruz onları oklarımızdan, ya da başkalarının oklarından korkuyoruz. Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza, sınamadan geçit vermiyoruz. Ne var ki, hayatta kalabilmek ve sıcaklık ancak yakınlaşmakla, birlikte hareket etmekle mümkün olabiliyor.

Sadece özel hayatımızda değil, iş yaşamımızda da bir takım olduğumuzu hiç unutmamalıyız. Hayatta kalabilmek ve rekabette öne geçebilmek için takım arkadaşlarımızla gerçek uyumu yakalamalıyız. Herkes önce kendi oklarının sorumluluğunu alıp, karşısındakiyle en uygun mesafeyi hemen ayarlamalıdır. Bu sadece bulunduğumuz takımın değil bizim de hayatta kalmamızı sağlayacak sihirli bir yaşam dersidir. İş hayatında esnek olmak, değişen kurallarla birlikte değişimi yakalayabilmek çok önemli. Tabiatımızda var olan oklarımızı, ne kendimize karşı ne de takım arkadaşlarımıza karşı kullanmalıyız. Oklarımızı çıkarma ve kullanma zamanını da çok dikkatli ayarlamalıyız. Yeni dünya birçok çelişkiyi de içinde barındırıyor. Oksuz, oklu kirpiler görme zamanımız artık gelmiştir.

Bu çelişkiler içinde var olmayı başaran kişi ve kuruluşlar hayatta kalabilecekler. Bir an önce, birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk, çelişkili ve zor zamanlarında üşümeyecek kadar da birbirimize yakın olmayı öğrenmeliyiz. Herkesin görünür ya da görünmez sivri oklarının olduğunu, bu okların, kişinin hem kendisine hem de başkalarına vereceği zararların bilincinde olup, ona göre davranması gerektiği gerçeğini de hiç unutmamalıyız. Bu dönem zoru başarabilen kirpilerin dönemi olacak.

Ders almak dileğiyle...

Alıntıdır...
 

N/A8

♾️Grafik Gurusu♾️
Katılım
31 May 2007
Mesajlar
1,155
Tepkime puanı
73
İşin bitince beni sever misin anne!

İşin bitince beni sever misin ANNE!

Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:
"Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?"
"Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum."
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Herşey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda.
Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitsindi?
Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti.
"Sana yardım edeyim mi?" dedi en sevimli halini takınarak.
Annesi manalı manalı baktı.
"Hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten."
Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır
"Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni" diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
"Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor."
"Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum."
Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken...
"Anneciğim sen yorulma diye..."
"Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz."
"Hani siz yoruluyorsunuz ya..."
"Eeee...."
"Ben de oynamaktan yoruluyorum."
"Ne yapayım?"
"Bilmem..."
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.
"Mum da yok" diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki elini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı.
"bak deli tavşan" diyerek parmaklarını oynattı.
Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Neden sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti birden.
Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini.
Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına
"Işin bitince beni sever misin anne?" dedi.
Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.
 

N/A8

♾️Grafik Gurusu♾️
Katılım
31 May 2007
Mesajlar
1,155
Tepkime puanı
73
SİYAH VE BEYAZ KÖPEKLER

Yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az
birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden
beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o
köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri
köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli
olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.

O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle
torununun sırtını sıvazladı.
- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi,
iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları
seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları
Çocuk, sözün burasında; "mücadele varsa, kazananı da olmalı" diye
düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
- "Peki" dedi "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
-Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!"
 

Hatice ÇAVDAR

👑Efsanevi Grafiker👑
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
2,441
Tepkime puanı
46
Web sitesi
www.grafikerler.net
Artık Ölebilir miyim?



"Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup, can vererek beni ödüllendirse; aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en zindan dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı düşünürdüm.
İnsan aşktan vazgeçerse yaslanır. Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim.

Başkaları uyurken, uyanık kalmaya gayret ederdim.

Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.

Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir,sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı, nefretimi buzun üzerine kazır ve günesin göstermesini beklerdim.

Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenadlar söylerdim. Gozyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek, dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.

Tanrım bir yudumluk yasamım olsaydı... Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım.

Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır.

Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi baslarına öğrenmelerine olanak sağlardım.

Yaşlılara ise, ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. Ey insanlar sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.

Yeni doğan küçük bir bebeğin babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkum ettiğini öğrendim.

Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak.

Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim.

Mutsuz bir şekilde...

Artık Ölebilir miyim?


Gabriel Garcia Marquez
 

blueden

Kreatif Stratejist
👑Efsanevi Grafiker👑
Katılım
26 Şub 2008
Mesajlar
7,264
Tepkime puanı
176
paylaşım için teşekkürler.
 

wega04

🌱Yeni Üye🌱
Katılım
31 Eki 2008
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
HAZİN BİR SON

Ben daima acı içinde yaşamayı sürdüren bir sefilim. Bu azap kendimi tanıdığım anda başladı.Belki daha on yaşında yoktum.Ancak acılara göğüs gerecek bir yaşta da değildim.Çırpındıkça batan battıkça çırpınan koca bir sefil.
- Evet bu benim.
Ne yazık ki beni üzen şeylerin hiçbirini unutamadım.Hatıram sanki üzüntü için yapılmış ben ise sanki acı çekmek için yaratılmışım.
Evet, acaba on yaşında var mıydım? Daha öncesini hiç hatırlamıyorum. Çoğu insan hayat temellerini mutlu ve huzurlu bir şekilde atarken ben büyük bir ızdırap içinde mahkum kaldım o kimsenin erişmek istemeyeceği kara sulara…
İlk defa, kendimi sözde perili ev diye adlandırdıkları , evimizin iki sokak arkasında ki Naciye Teyze’nin evinde hatırlıyorum. Sanki dünya’ya o anda doğmuşum. Arkadaşım Memduh’la birlikte evin uzun çitleri arasında korkak bir tavırla bahçesini seyrediyorduk.
Korku masallarında olduğu gibi evin içinde insan cesetlerinin olduğunu , kötü ve acımasız canavarların yaşadığını ve bu Naciye teyze’nin insanları canavara dönüştüren aşağılık bir cadı olduğunu düşünüyorduk.
Memduh ;
- Girsek mi Ali diye seslendi bana
- Hayır dedim … Çünkü korkmuştum ve korkuyordum.
İçerisini hiç ama hiç görmemiştim. Nasıl bir şeyin bizi beklediğini bilmeden birden bir ses çıtırdadı.
- Kim var orada
Diye seslenen Naciye teyze başında uzun bir şapka göz atları mor halkalarla çevrilmiş yüzü çizgili asık bir surat ifadesiyle bize bakarak gülümsedi ve sonra gülerek;
- Siz misiniz küçük yaramazlar diye seslenmişti bize
Korkudan bir anda, koş! Diye bağırdım.
Memduh da korkuyordu. Aslında herkes korkuyordu. Herkes Naciye teyze’nin gizemli olduğunu ve iyi bir kadına benzemediğini dile getirirken bende doğal olarak etkilenmiş ve hafızamda onu insan püssüne bürünmüş kötü bir cadı olarak tasarlamıştım.
Ama şöyle bir haz vardı ki içimde o eve mutlaka girmeli ve içeride neler var bunları görmeliydim. Ancak nasıl başarmalıydım bunu bilmiyordum. Memduh la birlikte ertesi gün yine o perili eve gittik. Birden kapı açılma sesi duydum. Bu Naciye teyze idi. Ve evden çıkıyordu. Ama nereye gidiyordu. Bu benim için aslında çokta önemli değil. Fırsat bu ya, Naciye teyze evden uzaklaşır uzaklaşmaz, Memduh la eve girme planı yaptık. Sarmaşık çiçeklerin bağlı olduğu tahtalardan balkona çıkabilirdik. Memduh bunun ne kadar tehlikeli bir fikir olduğunu söylese de ben içeri girmek istiyordum. Sonunda girdik.
Ancak şöyle bir durum vardı ki evin içinde ne ceset nede kötü çehreli canavarlar barınmıyordu. Sadece duvarlar da bir sürü fotoğraf asılı duruyordu. Birden bir şeyler parladı bunlar gümüş şamdanlardı. Gayet güzel ve pahalı olan bu şamdanların benim olmasını arzuluyordum.
Ancak içimi gittikçe saran o kötü his sanki beni canavar yapmıştı. Ruhumu esir almış ve bana bunu yapmamı söylercesine al diyordu…
Almıştım birden cebime koyacaktım ki kapı açıldı ve karşımda Naciye teyze vardı. Bana baktı ben korkak ve tiz bir ses ifadesiyle siz demeye kalmadan yanıma ilişti ipek sarısı saçlarımı okşayarak ve benim o hırsız gözlerime bakarak
- “Hoş geldin yavrum” dedi.
Korktuğum, ürperdiğim bu asık yüzlü kadın birden düşüncelerime yenik düşürdü beni. Ne yapacağımı bilemeden;
- Özür dilerim efendim, dedim. “Bunları sizden izinsiz aldım” demeye kalmadan sözümü yarıda keserek
- Onlar senindir dedi.
Davranışlarına anlam veremiyordum. Ama git gide onun iyi bir insan olduğuna inanıyordum. Bir şey söyleyemiyordum. Ancak kadın masmavi, pırıl pırıl gökyüzü gibi berrak gözleriyle bana bakıyor ve gel benimle dercesine odaya gidiyordu. Fotoğraftakilerin kim olduğunu sordum ona birden o masmavi gözler, hırçınlaşıp karaya vuran denizlerin çıkardığı damlacıklar misali yüzünde ki çizgileri takip ederek akıveriyordu gözyaşları
Oğlum diyordu. Ağlıyordu. Her oğlum dedikçe ağlıyor bana bakıp gülümsüyordu. Garip gelmişti bana…
Sonun da öğrenmiştim ki o çocuk bana benzediği için Naciye teyze her bana baktıkça ölen oğlunu hatırlayıp gülümsüyor benim o olmadığımı anlayınca da ağlıyordu.
Bir şey daha vardı ki çalmaya çalıştığım o şamdanları ölmeden önce annesine hediye etmişti Küçük Ali…

YAZAR
BURAK BAKIRDÖVEN
GAZİANTEP LİSESİ
. 31.10.2008
 
Üst