sevilsu
🌱Yeni Üye🌱
- Katılım
- 20 Kas 2007
- Mesajlar
- 22
- Tepkime puanı
- 0
İlk olarak Nouveau Larousse Illustré'de (1897-1904) karşımıza çıkan "Primitive" (ilkel) sözcüğü, burada güzel sanatlarda ilkellerin taklit edildiğini belirtmek üzere kullanılır; buna ilaveten 14. yüzyıl öncesi İtalyan ve Flaman Sanatı da primitif olarak değerlendirilir. Demek ki "ilkel", "henüz yetkinliğe ulaşmamış" anlamında kullanılmaktadır önceleri. Peki sonra ne olur? Colin Rhodes'un, Primitivism and Modern Art adlı kitabında terim, coğrafi olarak Orta ve Güney Afrika, Amerika ve Okyanusya'yı tanımlar ancak bu kadar değil; Avrupa'nın primitif tanımı içine köylü nüfusu, çocuklar ve akıl hastalıklarını da dahil ettiğini belirtir Rhodes. Pek sağlam bir şey olarak görülmemektedir anlaşılan "primitivizm".
O halde bu pek de sağlam olmayan şey neden sanat alanında 1890'larda Sembolizm'den 1940'ların Soyut Dışavurumculuğu'na dek kesintisiz olarak sürmüş ve 1960 sonrasında da moderne karşı çıkış anlamında kullanılmıştır? Herbert Read'in "Modern Sculpture"da belirttiği gibi salt egzotik bir üslup olarak mı görülmelidir modern sanatta primitivizmin kullanılmasının nedeni yoksa antropologlara mı kulak verilmelidir? Eşdeyişle primitivizmin altında yatan estetik kaygılar mıdır yoksa özellikle de sözlük anlamı açısından bakıldığında emperyalizmi meşru kılmaya mı yaramıştır primitivizm?
Primitivizm üzerinde ne zaman düşünülmeye başlanmıştır? Şüphesiz, sanat içerikli bir terim haline geldiğinde. Bu görevi ilk olarak Amerikan üstlenir. 1938'de Goldwater, bunu başlık olarak "Primitivism in Modern Painting" adlı kitabı için kullanır. Primitivizm ve primitif insanlar arasındaki karışıklık genel terimlerle önlenmeye çalışılır. Genel eğilim, Batı sanatında primitif aramaların olduğunu ve Avrupa dışı sanatın yaban olduğunu kabul etmektir.
Bize yön veren, antropologların, bu insanların primitif mi (ilkel) yoksa yaban mı olduğu sorusunu tartışmaları olmuştur bir anlamda. B. Malinowsky, ilkel-uygar ayrımı yaparak ilkellerin maddi ve manevi alanda ürettikleri her şeyi biyolojik ihtiyaçlarına indirger. Ona göre, ilkellerin zihinsel ihtiyaçları yoktur ve dinlerinin, toplumsal yapılarının altında da onların bu birincil ihtiyaçları denebilecek olan biyolojik gereksinimleri yatar.
Levi-Strauss buna karşı çıkar ve yarasa türlerini adlandırabilen bir kabile örneğini vererek bunun salt birincil ihtiyaçlar için öğrenilemeyeceğini öne sürer.
Malinowski gibi Levi Bruhl de meseleye fonksiyonel anlamda yaklaşır ve ilkellerin zihinlerinin pre-lojik olduğunu, onların Aristoteles mantığının özdeşlik ilkesine uymadıklarını söyler. Ne demektir bu? "İlkel" bir insan kendini, mensubu olduğu klanla özdeşleştirerek "sen kimsin?" sorusuna "ben bir kırmızı papağanım" yanıtını vermektedir. Malinowski'nin dilinden konuşacak olursak Aristoteles'in A=A'sına, özdeşlik ilkesine uymamaktadır bu durum. Ancak Malinowski ve diğer fonksiyonal antropologların atladıkları bir şey vardır ki bunu Levi Strauss ortaya koyar. Strauss, fonksiyonal antropologların özdeşlik ilkesi diye direttikleri konuya ****for kullanımını örnek vererek karşı çıkar. Tıpkı bizim rakıyı aslan sütü olarak tanımlamamız ya da futbolculara aslanlar benzetmesi yapmamız gibi onlar da ****fora başvurmaktadır.
Peki Strauss'un bu görüşü fonksiyonalistleri tatmin etmiş midir? Kuşkusuz, hayır. Kazanan taraf fonksiyonalist antropoloji tarafı olur; çünkü fonksiyonalistlerin tavrı pekala emperyalizmi meşru kılmaktadır.
Bu yaban ya da ilkel nitelendirmeleri bugüne dek tartışmalı bir biçimde gelmiştir gelmesine fakat bu gibi ayrımlar 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başındaki sanatçılar için pek bir şey ifade etmemiştir. Onlar Batı sanatında yüzyıllardır süren geleneği yıkmak adına yararlanmışlardır bu "ilkel" ya da "yaban" insanın ortaya koyduklarından. Sanat eseri diyemeyeceğim çünkü bu örnekler sanat eseri değil; ya klanın sembolü, ya ata kültüyle ilişkili bir totem, ya fetiş ya da büyü amaçlı törenlerde giyilen başlıklar, takılan maskeler, vs.
Gelelim bu örneklerin nasıl sanatçıların ellerine geçtiğine… Sistematik gözlem ve koleksiyonlar 19. yüzyılda antropoloji merkezlerinin kurulmasına zemin hazırlar. 1841'de Kopenhag'ta, 1864'te Leiden'de, 1866'da Cambridge'de, 1873'te Berlin'de, 1875'de Dresden'de antropoloji müzeleri kurulur. Paris'te 1870'ler boyunca sergiler açılır ve 1882'de Palais du Trocedoro'da bir etnografya müzesi açılır. 1889'da Paris Exposition Universelle'e primitifler, günlük yaşamlarını, kostümlerini göstermeye çağrılırlar. (Ötekine dikiz!)
Bu arada 1859'da Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı kitabı yayınlanır. Bundan yola çıkarak İngiltere'de Herbert Spencer ve Almanya'da Ernst Haeckel sosyal evrimi ele alır. Haeckel, yaban entelektüelliğini ilkel bulur. Ona göre, onların başarıları Avrupalılarınkinden uzak ve daha ziyade doğaya yakındır. 17. yüzyıl düşünürü Thomas Hobbes ise barbar tabir edilen toplulukların Avrupa toplumu için temel kaynaklardan birini ve belki de en önemlisini oluşturduğunu belirtmiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısında sanatta yeni arayışlara gidildiği görülür. Akademik gelenekleri yıkmak isteyen sanatçı, bu dönemde halk sanatı, kırsal kesimin sanatı, Japon baskıları, ortaçağ vitrayları gibi, bu akademik geleneğin dışında kalanlara yönelir. Farklı olanı aramanın başını da Van Gogh ve Gauguin çeker. Onları André Derain izler.
20. yy'ın ilk on yılında primitif sanatın içeriği ve anlamında bir daralma olur. Matisse, Derain, Vlaminck ve Picasso tarafından Afrika, Okyanusya mask ve figürlerinin 1906-7'lerde keşfedilip kullanımıyla terim, kabilesel objeleri tanımlar hale gelir. Paris'te zenci sanatı terimi primitif sanat ile birlikte kullanılmaya başlanır. Ancak sanatçılar her zaman kabile sanatının sınırlarını çizemez; Aztek, İnka, Olmekleri de primitif olarak adlandırır. Tanımın fazla ileri olamayan şeyi/ insanı tanımlaması, negatif bir söylem oluşu, Primitivizm'den yararlanan sanatçının, kendisinin Primitif oluşuna karşı çıkışını da beraberinde getirir. Yararlandığı sanat primitiftir; o sanatı yapan da ona göre anonimdir-ki aslında Afrika'daki Roselli Usta "Batılı sanatçıya" taş çıkarması anlamında verilebilecek en iyi örneklerden biridir- ve primitiftir ancak aynı biçim dilini kullanan kendisi asla değildir.
Primitivizm, modern sanatın şekillenmesinde önemli bir paya sahipti. Onu kuramsal açıdan hiçe sayanlar ve salt biçimsel açıdan kullananlar olduğu gibi bu konu üzerinde düşünen ve kalem oynatan sanatçılar da bulunmaktaydı. Auguste Mocke (1887-1914), "Masklar" başlıklı yazısında sanatın en sonunda etnolojik olanla birlikte eğlenceli bir arka plana sahip olduğunu belirtmişti.
Emil Nolde (1867-1956), "Primitif Sanat Üzerine" başlıklı yazısında (1912) artık Raffaello'nun ya da Yunan heykelinin onlar için önemli olmadığını, onlardan önceki sanatçıların papaların ya da sarayların hizmetinde çalışan bir köle olduklarını söylüyordu. Aynı zamanda Hint, Çin, Jawanese sanatının neden etnoloji adı altında incelendiğini ve primitif formların ifadesinin çekiciliğini de sorgulamaktaydı.
Shevcenko (1888-1978), "Neo- Primitivism" inde ilkel sanatın her şeyini ve antik doğunun sihirli masallarını temel aldıklarını söylemekteydi. İkonu ve ilkel sanatı başlangıç noktası olarak alıp gözleme ve buna katılan yoruma önem verdiklerini, ilkellerin de bunu yaptığını belirtiyordu.
Sanatçı dışı kuramcılardan biri de W.Worringer'di. O Gombrich ya da H.Read gibi tanıma ilişkin kavram karmaşasına girmeksizin "Soyutlama ve Özdeşleyim" (1908) adlı doktora tezinde bu konuya bir yorum getirmekteydi. Worringer, formların oluşumunda insanın iki büyük dürtüyle hareket ettiğini ileri sürdü: "Soyutlama ve Özdeşleyim." Özdeşleyim, genel kavrayıcı bir etkinlikken; soyutlama içtepisi her sanatın başlangıcında bulunuyor ve yerini giderek özdeşleyime bırakıyordu. Soyutlama içtepisi, sanatçının dış dünya karşısındaki huzursuzluğuyla paraleldi. Soyutlama içtepisiyle hareket eden modern dönem sanatçısının yaptığı, usun ilkel işleyişine dönmekti. İlkel insan, imgeler dünyasından değişken, güvenilmez algısal imgeler alıp bunları kavramsal imgelere dönüştürerek onlardan sanatsal formlar yaratmaktaydı. Bir başka deyişle ilkel insan dinsel, töresel, büyüsel, vs. olgulardan yola çıkıp soyuttan somut oluştururken, ilkel insanın sanatından yararlanan modern sanatçı, onu soyutlamaya varmak için kullanıyordu çoğu zaman.
İlkel sanatçı, kimlikten ve sanatçı bireyselliğinden yoksundu Batı sanat tarihi historiografyasına göre. İlkel sanata atfedilen anonimlik ve bunun sonucu olan tarihsel gelişim yoksunluğu, kuşkusuz kendi toplumlarının ötekilerden üstün olduğuna inanan ve uygarlığın tek yönlü evriminde daha yüksek bir düzeyi temsil ettiğine inanan eleştirmenlerin bir ürünüydü. P.Bourdieu'nün dediği gibi, "Sanatçıların ve sanatseverlerin oynadığı oyunlar, sanatı tekellerine alma mücadeleleri hiç de göründükleri kadar masum değildi." Bu oyunların en açık göstergesi de belki modern sanat ve primitivizm ilişkisi olmuştu.

O halde bu pek de sağlam olmayan şey neden sanat alanında 1890'larda Sembolizm'den 1940'ların Soyut Dışavurumculuğu'na dek kesintisiz olarak sürmüş ve 1960 sonrasında da moderne karşı çıkış anlamında kullanılmıştır? Herbert Read'in "Modern Sculpture"da belirttiği gibi salt egzotik bir üslup olarak mı görülmelidir modern sanatta primitivizmin kullanılmasının nedeni yoksa antropologlara mı kulak verilmelidir? Eşdeyişle primitivizmin altında yatan estetik kaygılar mıdır yoksa özellikle de sözlük anlamı açısından bakıldığında emperyalizmi meşru kılmaya mı yaramıştır primitivizm?
Primitivizm üzerinde ne zaman düşünülmeye başlanmıştır? Şüphesiz, sanat içerikli bir terim haline geldiğinde. Bu görevi ilk olarak Amerikan üstlenir. 1938'de Goldwater, bunu başlık olarak "Primitivism in Modern Painting" adlı kitabı için kullanır. Primitivizm ve primitif insanlar arasındaki karışıklık genel terimlerle önlenmeye çalışılır. Genel eğilim, Batı sanatında primitif aramaların olduğunu ve Avrupa dışı sanatın yaban olduğunu kabul etmektir.
Bize yön veren, antropologların, bu insanların primitif mi (ilkel) yoksa yaban mı olduğu sorusunu tartışmaları olmuştur bir anlamda. B. Malinowsky, ilkel-uygar ayrımı yaparak ilkellerin maddi ve manevi alanda ürettikleri her şeyi biyolojik ihtiyaçlarına indirger. Ona göre, ilkellerin zihinsel ihtiyaçları yoktur ve dinlerinin, toplumsal yapılarının altında da onların bu birincil ihtiyaçları denebilecek olan biyolojik gereksinimleri yatar.
Levi-Strauss buna karşı çıkar ve yarasa türlerini adlandırabilen bir kabile örneğini vererek bunun salt birincil ihtiyaçlar için öğrenilemeyeceğini öne sürer.
Malinowski gibi Levi Bruhl de meseleye fonksiyonel anlamda yaklaşır ve ilkellerin zihinlerinin pre-lojik olduğunu, onların Aristoteles mantığının özdeşlik ilkesine uymadıklarını söyler. Ne demektir bu? "İlkel" bir insan kendini, mensubu olduğu klanla özdeşleştirerek "sen kimsin?" sorusuna "ben bir kırmızı papağanım" yanıtını vermektedir. Malinowski'nin dilinden konuşacak olursak Aristoteles'in A=A'sına, özdeşlik ilkesine uymamaktadır bu durum. Ancak Malinowski ve diğer fonksiyonal antropologların atladıkları bir şey vardır ki bunu Levi Strauss ortaya koyar. Strauss, fonksiyonal antropologların özdeşlik ilkesi diye direttikleri konuya ****for kullanımını örnek vererek karşı çıkar. Tıpkı bizim rakıyı aslan sütü olarak tanımlamamız ya da futbolculara aslanlar benzetmesi yapmamız gibi onlar da ****fora başvurmaktadır.
Peki Strauss'un bu görüşü fonksiyonalistleri tatmin etmiş midir? Kuşkusuz, hayır. Kazanan taraf fonksiyonalist antropoloji tarafı olur; çünkü fonksiyonalistlerin tavrı pekala emperyalizmi meşru kılmaktadır.
Bu yaban ya da ilkel nitelendirmeleri bugüne dek tartışmalı bir biçimde gelmiştir gelmesine fakat bu gibi ayrımlar 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başındaki sanatçılar için pek bir şey ifade etmemiştir. Onlar Batı sanatında yüzyıllardır süren geleneği yıkmak adına yararlanmışlardır bu "ilkel" ya da "yaban" insanın ortaya koyduklarından. Sanat eseri diyemeyeceğim çünkü bu örnekler sanat eseri değil; ya klanın sembolü, ya ata kültüyle ilişkili bir totem, ya fetiş ya da büyü amaçlı törenlerde giyilen başlıklar, takılan maskeler, vs.
Gelelim bu örneklerin nasıl sanatçıların ellerine geçtiğine… Sistematik gözlem ve koleksiyonlar 19. yüzyılda antropoloji merkezlerinin kurulmasına zemin hazırlar. 1841'de Kopenhag'ta, 1864'te Leiden'de, 1866'da Cambridge'de, 1873'te Berlin'de, 1875'de Dresden'de antropoloji müzeleri kurulur. Paris'te 1870'ler boyunca sergiler açılır ve 1882'de Palais du Trocedoro'da bir etnografya müzesi açılır. 1889'da Paris Exposition Universelle'e primitifler, günlük yaşamlarını, kostümlerini göstermeye çağrılırlar. (Ötekine dikiz!)
Bu arada 1859'da Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı kitabı yayınlanır. Bundan yola çıkarak İngiltere'de Herbert Spencer ve Almanya'da Ernst Haeckel sosyal evrimi ele alır. Haeckel, yaban entelektüelliğini ilkel bulur. Ona göre, onların başarıları Avrupalılarınkinden uzak ve daha ziyade doğaya yakındır. 17. yüzyıl düşünürü Thomas Hobbes ise barbar tabir edilen toplulukların Avrupa toplumu için temel kaynaklardan birini ve belki de en önemlisini oluşturduğunu belirtmiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısında sanatta yeni arayışlara gidildiği görülür. Akademik gelenekleri yıkmak isteyen sanatçı, bu dönemde halk sanatı, kırsal kesimin sanatı, Japon baskıları, ortaçağ vitrayları gibi, bu akademik geleneğin dışında kalanlara yönelir. Farklı olanı aramanın başını da Van Gogh ve Gauguin çeker. Onları André Derain izler.
20. yy'ın ilk on yılında primitif sanatın içeriği ve anlamında bir daralma olur. Matisse, Derain, Vlaminck ve Picasso tarafından Afrika, Okyanusya mask ve figürlerinin 1906-7'lerde keşfedilip kullanımıyla terim, kabilesel objeleri tanımlar hale gelir. Paris'te zenci sanatı terimi primitif sanat ile birlikte kullanılmaya başlanır. Ancak sanatçılar her zaman kabile sanatının sınırlarını çizemez; Aztek, İnka, Olmekleri de primitif olarak adlandırır. Tanımın fazla ileri olamayan şeyi/ insanı tanımlaması, negatif bir söylem oluşu, Primitivizm'den yararlanan sanatçının, kendisinin Primitif oluşuna karşı çıkışını da beraberinde getirir. Yararlandığı sanat primitiftir; o sanatı yapan da ona göre anonimdir-ki aslında Afrika'daki Roselli Usta "Batılı sanatçıya" taş çıkarması anlamında verilebilecek en iyi örneklerden biridir- ve primitiftir ancak aynı biçim dilini kullanan kendisi asla değildir.
Primitivizm, modern sanatın şekillenmesinde önemli bir paya sahipti. Onu kuramsal açıdan hiçe sayanlar ve salt biçimsel açıdan kullananlar olduğu gibi bu konu üzerinde düşünen ve kalem oynatan sanatçılar da bulunmaktaydı. Auguste Mocke (1887-1914), "Masklar" başlıklı yazısında sanatın en sonunda etnolojik olanla birlikte eğlenceli bir arka plana sahip olduğunu belirtmişti.
Emil Nolde (1867-1956), "Primitif Sanat Üzerine" başlıklı yazısında (1912) artık Raffaello'nun ya da Yunan heykelinin onlar için önemli olmadığını, onlardan önceki sanatçıların papaların ya da sarayların hizmetinde çalışan bir köle olduklarını söylüyordu. Aynı zamanda Hint, Çin, Jawanese sanatının neden etnoloji adı altında incelendiğini ve primitif formların ifadesinin çekiciliğini de sorgulamaktaydı.
Shevcenko (1888-1978), "Neo- Primitivism" inde ilkel sanatın her şeyini ve antik doğunun sihirli masallarını temel aldıklarını söylemekteydi. İkonu ve ilkel sanatı başlangıç noktası olarak alıp gözleme ve buna katılan yoruma önem verdiklerini, ilkellerin de bunu yaptığını belirtiyordu.
Sanatçı dışı kuramcılardan biri de W.Worringer'di. O Gombrich ya da H.Read gibi tanıma ilişkin kavram karmaşasına girmeksizin "Soyutlama ve Özdeşleyim" (1908) adlı doktora tezinde bu konuya bir yorum getirmekteydi. Worringer, formların oluşumunda insanın iki büyük dürtüyle hareket ettiğini ileri sürdü: "Soyutlama ve Özdeşleyim." Özdeşleyim, genel kavrayıcı bir etkinlikken; soyutlama içtepisi her sanatın başlangıcında bulunuyor ve yerini giderek özdeşleyime bırakıyordu. Soyutlama içtepisi, sanatçının dış dünya karşısındaki huzursuzluğuyla paraleldi. Soyutlama içtepisiyle hareket eden modern dönem sanatçısının yaptığı, usun ilkel işleyişine dönmekti. İlkel insan, imgeler dünyasından değişken, güvenilmez algısal imgeler alıp bunları kavramsal imgelere dönüştürerek onlardan sanatsal formlar yaratmaktaydı. Bir başka deyişle ilkel insan dinsel, töresel, büyüsel, vs. olgulardan yola çıkıp soyuttan somut oluştururken, ilkel insanın sanatından yararlanan modern sanatçı, onu soyutlamaya varmak için kullanıyordu çoğu zaman.
İlkel sanatçı, kimlikten ve sanatçı bireyselliğinden yoksundu Batı sanat tarihi historiografyasına göre. İlkel sanata atfedilen anonimlik ve bunun sonucu olan tarihsel gelişim yoksunluğu, kuşkusuz kendi toplumlarının ötekilerden üstün olduğuna inanan ve uygarlığın tek yönlü evriminde daha yüksek bir düzeyi temsil ettiğine inanan eleştirmenlerin bir ürünüydü. P.Bourdieu'nün dediği gibi, "Sanatçıların ve sanatseverlerin oynadığı oyunlar, sanatı tekellerine alma mücadeleleri hiç de göründükleri kadar masum değildi." Bu oyunların en açık göstergesi de belki modern sanat ve primitivizm ilişkisi olmuştu.
Son düzenleme: