Neler yeni

Yeni mesajlar Yeni konular En çok mesaj En çok tepki En çok görüntülenen

Yalancı Reklamlar ve Ahlak

yazarcizer

🏆Pro Tasarımcı🏆
Katılım
2 Mar 2009
Mesajlar
657
Tepkime puanı
26
8) 2003/119 - Accord Turizm başlığı altında 23-25.07.2003 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan “Aras Otel” başlıklı reklamda “Çeşme-Mordoğan, Aras Hotel” yazılmasına karşın Mordoğan kasabasının İzmir Karaburun'a bağlı olduğu ve anılan reklamda yanıltıcı tanıtım yapıldığı;

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna ve reklamveren Tur Firması hakkında 35.000.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesi ile reklamı yayımlayan mecra kuruluşu hakkında söz konusu reklamı durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

9) 2003/177 - “Lukullus Otel” isimli tesisin “2 yıldızlı” Turizm İşletme Belgesi'ne sahip olduğu halde tanıtım broşürlerinde 3 yıldızlı otel olarak tanıtıldığı ve anılan tesis tarafından yanıltıcı tanıtım yapıldığı;

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna, reklamveren Firma hakkında 3.500.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

10) 2003/178 - “Grandfather Hotel” isimli tesisin “3 Yıldızlı Turizm İşletme Belgesi”ne sahip olmasına karşın, tanıtım broşürlerinde 4 yıldızlı otel olarak tanıtıldığı,

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna, reklamveren Firma hakkında 3.500.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

11) 2003/179 - “Kiriş Garden Otel” isimli tesisin Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan belgeli olmamasına karşın, tanıtım broşürlerinde 3 yıldızlı otel olarak tanıtıldığı,

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna, reklamveren Firma hakkında 3.500.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

12) 2003/180 - “Samit Kaftan Otel” isimli tesisin “2 Yıldızlı Turizm İşletme Belgesi”ne sahip olmasına karşın, tanıtım broşürlerinde 3 yıldızlı otel olarak tanıtıldığı,

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna, reklamveren Firma hakkında 3.500.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

13) 2003/181 - “Vesil Minta Dolphin Pansiyon” isimli tesisin “Pansiyon İşletme Belgesi”ne sahip olmasına karşın, tanıtım broşürlerinde 2 yıldızlı otel olarak tanıtıldığı;

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna, reklamveren Firma hakkında 3.500.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

14) 2003/176 - Diyarbakır İli'nde faaliyet gösteren Prestij Otel isimli tesisin Turizm Bakanlığı'ndan almış olduğu 3 Yıldızlı Otel Turizm Deneme İşletmesi Belgesi'nin aksine tanıtım araçlarında (broşür, gazete reklamları vb.) 4 yıldızlı tanıtım yaptığı;

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna, reklamveren Firma hakkında 3.500.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

15) 2003/147 - Alkışlar Turz. İşl. Gıda Akar. Nak. Tic. San. A.Ş.'ne ait Alkış Hotel isimli tesisin Turizm Bakanlığı'ndan almış oldukları 2 Yıldızlı Otel Turizm Deneme İşletmesi Belgesi'nin aksine tanıtım araçlarında (tanıtım kartları, antetli kağıt vb.) 3 yıldızlı tanıtım yaptığı;

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna, reklamveren Firma hakkında 3.500.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

16) 2004/86 - Antalya İli'nde faaliyet gösteren Otek İnş. Tat. Tur. Tic. ve San. A. Ş.'ne ait “Kaplan Paradise Otel” isimli tesisin Turizm Bakanlığı'ndan almış oldukları 3 Yıldızlı Otel Kısmi Turizm Deneme İşletmesi Belgesi'nin aksine tanıtım araçlarında (kapı ve tabela tanıtım ilanlarında) 4 yıldızlı tanıtım yaptığı;

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna, reklamveren Firma hakkında 3.500.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

17) 2003/36 - Selene Otel isimli tesisin 3 yıldızlı Turizm İşletme belgesi'ne sahip olmasına karşın, 4 yıldızlı tanıtım yaptığı ve Turizm Bakanlığı kayıtlarında Selene Otel olduğu halde “Carette Otel” olarak tanıtım yaptığı;

dolayısıyla, 4077 sayılı Kanun'un 4822 sayılı Kanun'la değişik 16 ncı maddesine aykırı olduğuna, reklamveren Firma hakkında 3.500.000.000.-TL idari para ve durdurma cezası verilmesine karar verilmiştir.

https://www.sanayi.gov.tr/webedit/gozlem.aspx?sayfaNo=2319

CEZALIK YALANLAR

Reklam Kurulu'nun şikayetler üzerine inceleyip idari para cezası ve yayın durdurma cezası verdiği reklamlardan bazıları şöyle:

“(Misvak özlü diş macunu) reklamını veren şirket, misvakın antibakteriyel özelliği bulunduğu iddiasını kanıtlayamayınca ceza yaptırımıyla karşı karşıya kaldı.

Mikroorganizmaların üremesini önlediği ve dolayısıyla astım ve alerji hastalarını daha rahat uyumasını sağladığı öne sürülen yatağa ilişkin yayınlanan reklam için Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden görüş istendi. Fakülteden istenilen görüşte, antialerjik özellikli yatağın astım ve benzeri rahatsızlığı olan kişilerin sağlığına olumlu etkiler yaratacağına dair kanıtlanmış herhangi bir bilimsel çalışma olmadığı ifade edildi.

Diş tedavisi gördüğü anlaşılan bir genç kızın dişleriyle meşrubat şişesinin kapağını açtığı reklama ilişkin şikayeti de değerlendiren Reklam Kurulu, ağız ve diş sağlığına zarar veren yanlış yönlendirmelere sebep olduğu iddiasıyla reklamı veren şirketi cezalandırdı, reklamın yayınını durdurdu.

Bir akademisyenin bir gazetenin ekinde yayınlanan “maymun gibi kıllıyım nasıl kurtulabilirim” başlıklı yazısında bir lazer epilasyon merkezinin örtülü reklamının yapıldığı kanaatine varıldı. Bu yazı nedeniyle gazeteye para cezası uygulandı.

SANAYİ TUZU İÇİN MUTFAK ÖNLÜKLÜ KADIN RESMİ

Konya'da yerleşik bir firmanın, deri tuzlama, fabrika temizliği, hayvan yemlenmesi, tekstil ve boya sanayi gibi yerlerde kullanılan sanayi tuzunu, ambalajının üzerine mutfak önlüklü kadın resimleri koyarak sofra tuzu görünümü verdiğine karar verildi. Firma tüketiciyi yanılttığı gerekçesiyle cezalandırıldı.

Bir firma, televizyon kanallarında yayınlattığı reklamlarda kendisinin ürettiği mobilyalar yerine bir başka mobilya firmasının ürün kataloğundan aldığı mobilya resimlerini kullanınca ceza almaktan kurtulamadı.

Antalya'da faaliyet gösteren ve reklamında 3 yıldızlı otel olarak tanıtılan tesisin, şikayet üzerine yapılan değerlendirme sonucunda aslında turizm yatırım belgeli bir pansiyon olduğu ortaya çıktı.

Çay reklamında ürünün ambalajı üzerinde yer verilen “Prof. Dr. Osman Müftüoğlu Klinikleri tavsiye eder” ibaresinin soruşturulması sonucunda, bu isimde bir sağlık kliniği bulunmadığı belirlendi. Reklamı veren firmaya tüketiciyi aldattığı gerekçesiyle ceza yaptırımı uygulandı.

Malatya'da un ve unlu mamuller üreten bir firmanın televizyon kanallarında yayınlattığı reklamlarda laboratuvar ve çeşitli cihazlara yer verildi. Yapılan incelemede görüntülerde yer verilen laboratuvar ve cihazların firmaya ait olmadığı saptandı.

Ankara'da yerleşik bir nakliyat firmasının taşıdığı ev eşyalarının bir sigorta şirketinin güvencesi altında olduğunu ifade ettiği reklamın, şikayet üzerine soruşturulması sonucunda ise firmanın reklamda adı geçen sigorta şirketiyle bir ilgisinin bulunmadığı belirlendi.

https://www.becerikli.net/threads/54606-Yalan-Reklam-Yapan-Yandı-

Peki arkasından küfür ettiği siyasilerin reklamlarını yapanlar neyi hak eder diye sormak gerek ayrıca?
 
Son düzenleme:

muhendisane

🏅Acemi Tasarımcı🏅
Katılım
6 Kas 2009
Mesajlar
75
Tepkime puanı
3
https://www.youtube.com/watch?v=KNQfH6blyyw&feature=related

https://www.youtube.com/watch?v=waZFTLl9yeQ&feature=related

https://www.youtube.com/watch?v=Lnl1ojGmYck

https://www.youtube.com/watch?v=NOtyPxuTdQk&feature=youtu.be

https://www.youtube.com/watch?v=ugT53TGf0NY&feature=player_detailpage#t=687s

“Sanayi tipi meyve sularının, içlerindeki meyve oranına göre dört ana çeşidi olduğunu öğrendim. Meyve suyu: Yüzde 100, meyve nektarı: Yüzde 24-99, meyveli içecek: Yüzde 10-24 ve aromalı içecek: Yüzde 0-9 arasında meyve ihtiva ediyor.
İçinde yüzde 100 meyve olan meyve suyu bile taze meyvelerden hazırlanmadığına, üstüne üstlük pastörize edildiğine göre, varın içlerinde 5-6 çeşit kimyasal katkı maddeleri ve 'eser' miktarda meyve bulunan içeceklerin, ne kadar sağlıklı olduğuna kendiniz karar verin.”
https://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1259652

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, İstanbul 1. Tüketici Mahkemesi’nin, bir ayda 25 bin dakika konuştuğu “Her yöne sınırsız” tarifeli telefon hattına 7 bin 500 TL’lik fatura gelen ve hattı kapatılan tüketici lehine verdiği “sadece tarife tutarı olan 66.70 lira ödemesi” kararını onadı.
20 Şubat 2009 tarihinde bir GSM şirketinden aldığı “Her yöne sınırsız” tarifeli hattına, 10 Haziran 2009 son ödeme tarihli 7 bin 576 TL borç bildirisi gelen ve İstanbul 1. Tüketici Mahkemesi’ne “fatura tutarının iptali” davası açan Oktay Karaaslan, mahkemeye sunduğu dilekçesinde, GSM şirketinin sınırsız tarifesinin 66,70 lira olduğunu ve şirkete yüksek miktarda faturanın nedenini sorduğunda kendisine “Tarife 10 bin dakika limitlidir. 25 bin dakika konuştuğunuz için 10 bin dakikadan sonraki konuşma faturaya yansıdı” denildiğini aktararak, “Tarife 10 bin dakikayla sınırlıysa neden ‘her yöne sınırsız’ diyorlar veya neden ben konuştukça kalan miktarı bildirmiyorlar? Şirket bütün reklamlarda ‘konuşmada sınır olmadığı’ şeklinde reklam yapıyor” ifadelerini kullanmıştı.
https://gundem.milliyet.com.tr/7500...em/gundemdetay/07.11.2011/1460064/default.htm

"Bunun yanında, reklamcıyım demeye çekindiğiniz zamanlar oluyor. Göz göre göre, insanlar yanlış yönlendirilebiliyor. Her ne kadar reklamların aldatıcı olmasını engellemeye yönelik yasalar varsa da sık sık ihlâl edilebiliyor. Çamaşır makinemizin rezistansını korumak için her yıkamada mutlaka kullanmamız gerektiğine inandırılmaya çalışıldığımız kireç sökücüler gibi.
Halbuki, basit bir hesap yaptığımızda, rezistansımızı değiştirmenin daha az maliyetli
olduğunu görüyoruz.
***
Peki, o zaman ne oluyor da reklamcılar reklamverenin oyuncağı haline geliyor? Burada reklamvereni anlayışsızlıkla, fırsatçılıkla, acımasızlıkla suçlayabilirsiniz; ama bu, işin kolay yolu olur. Buradaki gerçek sorumlu, bizzat reklamcıların kendisidir. Sonuçta, kapitalist düzen içinde ayakta kalmaya çalışan bireyleriz. Biz kendimizi kollamazsak, kim kollar? Belirli prensipler etrafında güçbirliği yapmak yerine, birbirimizi sırtımızdan hançerlemeye kalkıp, sonra da bu profesyonel iş hayatı dersek, sonumuz ne olur? Profesyonel iş hayatı demek, kural tanımamak, erdemli davranmamak mı demek? Bence hayır. Sektörümüzde bu işi onuruyla sürdüren birçok insan var. Bu kişiler, bu meslek içinde onurlarını korumuş insanlardır ve sonraki nesillere örnek olmaktadırlar. Bu insanları daha yakından tanıyalım, onların deneyimlerini öğrenelim, onlar gibi biz de onurumuzu koruyalım ki mesleğimizden utanmayalım. Günü kurtarmak uğruna sektörümüzün centilmenlik kurallarını elimizin tersiyle itmeyelim. Reklamcılığın insanları aldatmak değil, ikna etme sanatı olduğunun ayrımına varalım. İkna ile aldatma kavramları arasında büyük fark vardır. İkna edildiğinizde bunu kendi rızanız ile yaparsınız; yani, bir karar alırsınız. Aldatılmakta ise tamamen yanlış bilgilendirildiğiniz ve yanlış yönlendirildiğiniz için yanlış karara varmanız, bundan zarara uğramanız söz konusudur. Yani, bir tür dolandırıcılıktır. Bence reklamcılık mesleğinin temel prensiplerinden biri de budur; tüketici aldatılamaz.
Prensipler önemlidir, bu bizlerin mesleğimize saygı duymamız, onu daha iyiye götürmemizi sağlar. O yüzden, günü kurtarmak adına mesleğimizin centilmenlik kurallarını yıkmayalım. Belki de yarın bu kurallara en fazla ihtiyaç duyacak olanlar, yine bu kuralları hiçe sayanlar olacaktır. Yarın ne olacağını kimse bilemez. Kim bilebilir ki?"
https://www.abdurrahimsonmez.com/yazilar/ondanbundan/2006/2.pdf

“Türk ekonomisinin de neden bu kadar üretim odaklı, fabrikaperest, fuarsever, hacimlere ve büyüklüklere bu kadar takıntılı olduğunun cevabı bence burada gizlidir. “Soft power” yerine “hard power”, zeka yerine kurnazlık, ikna yerine iddia, iletişim yerine propaganda, birey yerine kitle, insan gibi çalışmak yerine ölümüne çalışmak, pazarlama yerine satış, adil ve serbest rekabet yerine münhasırlık anlaşmaları, eşdüzeyli ilişki yerine tahakküm, özgünlük yerine taklit, soyut yerine somuta neden bu kadar meraklı olduğumuzu da cevaplıyor bu...”
https://selimtuncer.blogspot.com/2009/06/beni-ne-doktorlar-ne-muhendisler-ne.html

https://www.bulentakyurek.org/vidyolar/39-katildigi-programlar/323-ateistlerinahlakkandirmacasi

‘Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.’

Mehmet Akif Ersoy.
Mehmet Akif ve Modern İlim : Sızıntı Dergisi

Gönül Sohbetleri / İşini Güzel Yapanlar - YouTube

Kötülüğün bile en büyük silahı iyiliktir

Nisan 2012 tarihli The Brand Age’deki “Reklamın iyisi” başlıklı yazımda şöyle bir paragraf yer alıyordu: “Bildiğimiz gibi felsefenin kapsamı içine giren üç temel normatif bilim dalı var: Doğruluk temeli üzerine kurulmuş mantık, iyilik temeli üzerine kurulmuş ahlak ve güzellik temeli üzerine kurulmuş estetik... İnsanlık uzun süre ve büyük çoğunlukla ‘yanlış’, ‘çirkin’ ve ‘kötü’de ısrar etmez. Kalıcı değerler yaratmak isteyenlerin odaklanacağı yer de burasıdır.”

O yazının son cümleleri de şunlardı: “Reklamda neyin iyi ve neyin kötü olduğu sorusunun asıl cevabı, tabii ki reklamın hedef kitlesinin estetik ve etik anlayışında saklıdır. İletişimini yürüttüğü markanın hayatta kalmasını isteyen reklamcıların, hedef kitlenin değerleriyle çatışmaması gerektiği zaten açıktır. Toplumsal gelenekler, görenekler, dinsel ve ulusal değerler, bu çatışmanın muhtemel kaynaklarındandır. (...) Bu konu, ahlakçı bir perspektif taşımıyor, sadece reklamın ya da herhangi bir iletişim programının başarılı olmasını sağlayacak değerler üzerine vurgu yapıyor. Bunun için de bize ‘reklamın iyisi’ lazım.”
Gündeme düşen yeni bir reklam vakası nedeniyle bu konuyu biraz daha sürdürmenin yararlı olacağını düşündüm.

Ali Atıf Bir, 17 Haziran 2012 tarihli Bugün’deki köşesinde reklamcılara epeyce sert girmiş, “Reklamcının ahlakı” başlığı altında şunları yazmış: “Reklamcı herkesten ahlak bekliyor. Doktor ahlaklı olacak, avukat ahlaklı olacak, siyasetçi ahlaklı olacak, gazeteci ahlaklı olacak, mühendis ahlaklı olacak ama reklamcı dibine kadar ahlakın sınırlarını zorlayacak, ahlaksızlığın dibine vuracak. Yok öyle yağma! Reklamcı da en az bu meslek mensupları kadar ahlaklı olmak zorunda. Hatta kitleleri etkileme özelliği nedeniyle diğer insanlara göre daha ahlaklı olmalı. Önüne AMK gibi bir ürün geldiğinde ‘Ben bunun reklamını yapmam’ diyebilmelidir. Hele önüne isimsiz gelen bir ürüne AMK ismini koymamalı, koymak isteyene de izin vermemelidir.”

Atıf Hoca’nın görüşleri, genel ahlak ile meslek ahlakı arasında gidip geliyor gibi... Fakat öne meslek ahlakının konulması daha doğru olacak. Yani, toplumun doktordan beklediği, özel hayatında toplum ahlakının belirlediği sınırların dışına çıkmaması, mesela karısını aldatmaması gibi hususlar değildir, tıp etiğine riayet etmesi, hastasını aldatmaması, para için gereksiz ameliyatlar yapmaması, hastasını tedavi etmek için bilgisini, yeteneğini ve elindeki tüm imkanları sonuna kadar kullanmasıdır. Öyle ki, bir hekim, bunu yapabilmek için belki genel ahlakın pek de hoş karşılamayacağı yöntemleri kullanmak zorunda kalabilir, ama bu tutumuyla meslek ahlakına uygun davranmış olur.

Aynı şekilde, bir terör veya tecavüz zanlısının savunmasını yapan bir avukat, genel ahlak ilkelerince toplum tarafından hoş karşılanmayabilir, fakat o avukatın meslek ahlakı her türlü zanlının savunmasını yapmayı gerektirir.

Bir reklamcının mesleki sorumluluğu ise, iletişimini yaptığı markaya olan sorumluluğudur. Reklamcının meslek ahlakı, o markanın kısa, orta ve uzun vadededeki başarılarının güvencesi olmak durumundadır. Reklamverene boş vaatlerde bulunmak, kısa vadeli hedeflere odaklanıp orta ve uzun vadeyi umursamamak, aşırı kazanma hırsıyla işleri şişirmek mesleki bakımdan ahlaksızlıktır.

Peki, ya reklamcının meslek ahlakıyla genel ahlak anlayışı arasında bir çatışma söz konusu olursa, reklamcı böyle bir ikilem karşısında ne yapmalı?

Reklamcı, temelde böyle bir ikilem yaşayamaz, çünkü yaptığı işin genel ahlak sınırlarının içinde olması, toplumun ortak “iyi” telakkisine aykırı düşmemesi şarttır. İşinin başarılı olması buna bağlıdır çünkü... Reklamcı, böyle bir ikilemi ancak reklamverenin baskısıyla, yani, reklamveren “Ben markamı genel ahlakın dışında konumlandıracağım.” dediğinde yaşayabilir. Böyle bir durum ise, ya reklamverenin cahilliğini ya da markasına yetecek bir niş bulduğunu gösterir.

Reklamlar üzerinden tüketiciyi aldatmak kısa vadeli bir satış başarısı sağlarken, orta ve uzun vadede markanın ölüm fermanıdır. Bunun gibi genel ahlakın marjına düşen reklamlar da dikkat çekiciliği, üstünde konuşulması, hatta dar bir çerçevede beğenilmesi gibi aldatıcı sonuçlar doğurur, fakat sonrasında markayı başarısızlığa sürükler.

“Bırakalım yapsınlar, yasaklamayalım, yanlışsa halk versin cezasını...” diyenlerin neyin özgürlüğünü savunduklarını anlamak zordur. Tabii ki yasaklamayalım, ama reklamcı özgür değildir, kendisine emanet edilen markanın başarılı olmasıyla kayıtlıdır, reklamverenin parasıyla hovardalık yapma hakkı ise hiç yoktur. Onun görevi, elindeki markayı halkın cezalandırmamasını, tam tersine ödüllendirmesini sağlamaktır.

Üstünden çok zaman geçti, fındık iç tüketimini arttırmak için yapılan “aganigi” reklamlarının ne kadar beğeni topladığını, üstünde ne kadar konuşulduğunu hatırlarsınız. Belki de bu reklamlarla fındık satışlarının ciddi oranda arttığını düşünüyorsunuzdur. Oysa DPT istatistiklerine göre o yıllarda fındık satışlarında yıllık bazda hiçbir artış yoktur. Reklam yayındayken fındık satış grafiklerinin anlık yükselişi, uyanık perakendecilerin “Malın reklamı yapılıyor, çok satacak!” motivasyonunun yarattığı üretici-toptancı-satış noktası arasındaki trafikten ibarettir. Rafa yansımamıştır. Eğer bu reklamlardaki amacınız, kısa vadede eldeki stokların perakendecinin deposuna yıkılması idiyse çok başarılı olmuştur, ama buna karşın bu yaklaşım, eğlenceli bir çerezi “kart zampara” afrodizyağına dönüştürmüş ve kalıcı bir başarıya yol açmamıştır.

Aksiyolojinin temel ilgi alanı olan iyilik, güzellik ve doğruluk markalar için de vazgeçilmez hususlardır. Elbette reklamcıdan kişisel olarak genel ahlaka uygunluk beklenmez, hatta kendisinin bu ahlak anlayışına itirazları da olabilir. Fakat meslek ahlakına sahip bir reklamcının, genel ahlaka aykırı bir iş yapması mümkün olamaz, çünkü işinin başarısı, aynen güzelliğe ve doğruluğa olduğu kadar, iyiliğe bağlılığıyla da ilişkilidir.

Bir basın ilanını tasarlarken grafik tasarım disiplini çerçevesinde nokta, çizgi, form, doku, leke, espas, yüzey, hacim ve renk gibi elemanları, zıtlık, tekrar, denge/balans, ritm, hiyerarşi, ölçü, yön, vurgu, birlik, altın oran, grid sistemi gibi ilkeleri “güzellik” uğruna kılı kırk yararak dikkate alan, bir reklam filminin estetik düzeyi için gecelerini gündüzlerine katan; iletişimini yaptığı markanın zarar görmemesi için “doğruluk” uğruna hata yapmamaya özen gösteren reklamcının, “iyilik” uğruna da yapmak zorunda olduğu çok şey vardır.

İyilik, kötünün bile en önemli silahıdır. Ahlak da ahlaksızın... Diktatörlerin, zalimlerin ve katillerin bile yaptıkları eylemleri iyilik yönünde rasyonalize etmeleri boşuna değildir. Yurt sevgisi, barış, özgürlük, onur, erdem gibi kavramların katliamlara gerekçe yapılması kötünün pervasızlığı ve sınır tanımazlığı yanında yine iyiliğin gücünü göstermesi bakımından anlamlıdır.

Genel ahlakın marjında gördüğümüz bu gibi reklamların sahibi markalar, toplumun marjında nisbi bir başarı elde edebilir. Bu, kendilerine yetiyorsa söylenecek bir şey yok. Kitlesel bir başarı elde etmeleri durumu ise, bizim, toplumun genel ahlak anlayışını doğru okumadığımız anlamına gelir ki, bu durum, yine de tezimizi yanlışlamış olmaz, aksine doğrular.

A. Selim Tuncer
A. SELIM TUNCER | DIYALOG: | Kötülüğün bile en büyük silahı iyiliktir
 

Mukadderat

⭐Deneyimli Tasarımcı⭐
Katılım
29 Tem 2011
Mesajlar
192
Tepkime puanı
11
Yaş
44
Dürüstlük, ahlak, doğruluk, terbiye, adalet duygusu ve saygı her insanda tabii olarak bulunması gereken hasletler.

Ama öyle bir dünyada yaşıyoruz ki artık bu özellikleri taşıyan insanlar -sanki doğal ve olması gereken bu değilmiş gibi - sıradışı karşılanır oldu.

İğneyi önce kendimize yani genel olarak insanımızın davranışına batırmak gerek. Kısa yoldan nasıl zengin olur köşeyi dönerim, kimin sırtından ne kazanırım, emek harcamadan, çalışmadan çabalamadan nasıl iyi yaşarım? Şeklindeki düşüncelerini açıkça dile getirenler olduğu müddetçe sahtekarlıklar da kol gezecektir. İşini iyi yapmaya çalışanların enayi -yeni deyimiyle ezik- olarak nitelendirildiği bir ülkede yaşıyoruz artık. Yapılan reklamlarda yanıltma, aldatma, insan hayatını hiçe sayma da bu sağlıksız düşüncenin ürünü bana göre.

E nasılsa böyle bir ülkede yaşıyoruz diye boşvermemek, üzerimize düşen neyse iyilik için çabalamak gerekiyor. Herkes kendi kapısının önünü süpürse diye başlayan sözler bu konuda da geçerli.

İşini iyi yapmayan, en güzeli için uğraşmayan, işveren de olsa çalışan da olsa hep şikayetçidir. Hep birşeylerden dem vurur. Suçu hep başkalarında arar. Oysa dönüp kendine bir baksa kendini düzeltmek için uğraşsa -kısa vadede olmasa bile uzun vadede- sorun bireyden topluma çözülecektir.

Reklamlarda ki bu olumsuzluğun vurgulanması için asıl gereken nedir yine bir reklamla hatırlatmak isterim. Yıllar önce Cem Yılmaz’ın cips reklamında söylediği gibi:



EĞİTİM ŞART.


Eğitici paylaşımlarınız için teşekkürler.
 

muhendisane

🏅Acemi Tasarımcı🏅
Katılım
6 Kas 2009
Mesajlar
75
Tepkime puanı
3
“Sanayi tipi meyve sularının, içlerindeki meyve oranına göre dört ana çeşidi olduğunu öğrendim. Meyve suyu: Yüzde 100, meyve nektarı: Yüzde 24-99, meyveli içecek: Yüzde 10-24 ve aromalı içecek: Yüzde 0-9 arasında meyve ihtiva ediyor.
İçinde yüzde 100 meyve olan meyve suyu bile taze meyvelerden hazırlanmadığına, üstüne üstlük pastörize edildiğine göre, varın içlerinde 5-6 çeşit kimyasal katkı maddeleri ve 'eser' miktarda meyve bulunan içeceklerin, ne kadar sağlıklı olduğuna kendiniz karar verin.”
https://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1259652

https://www.ahmetrasimkucukusta.com/2012/03/11/videolar/bloomberg-ht-de-meyve-suyu-tartismasi/

Bilgeleri ve arifleri dinlemeye daha çok ihtiyacımız var artık:

iyiliğin acil ücreti dünyadada hissedilir.. çantacı necmi ilgen abi on Vimeo

Çantacı Necmi Abi Risale-Nur Dersleri Kuran Sohbetleri

https://video.semazen.net/mesnevi-burcu-cihan-okuyucu-1

Şu son bal rezaleti, halkımızın bir kısmının ne kadar saf ve aldatılmaya yatkın olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bazıları var ki, bedava bir mezar bulsalar, içine girip örtün üstümü diyecek kadar ucuzluk ve kelepir meraklısıdır.
Kilosu 20 liraya gerçek, doğal, sağlıklı, halis bal olur mu? Kesinlikle olmaz. Peki, ucuz diye sahte balları kapış kapış satın alanlarda hiç akıl yok mudur?
Sadece balda değil, halkımız her konuda aldatılıyor, tokatlanıyor, dolandırılıyor.
Devletin ve belediyelerin vazifesi halkı aldatılmaktan korumaktır.
Almanya'da ve diğer medenî ülkelerin gazetelerinde, tv'lerinde böyle ucuz bal reklamları yapılsaydı, en geç bir hafta içinde ilgili makamlar araştırmalara başlar, nümune alıp tahlil ettirir ve sahtekarların çanlarına pek kısa bir zaman dilimi içinde ot tıkardı.
Bizde bir sene boyunca bangır bangır reklamlar yapıldı, muazzam miktarda mısır şurubundan yapılmış sahte bal satıldı, bunları yiyenler sağlıklarından oldu, açıkgözler büyük miktarda haram para kazandı ve ondan sonra skandal patlak verdi.
Zaman zaman medya haber verir: Filan ülkeye gönderilen mandalinalar iade edildi... Falan ülke kuru kayısılarımızı geri gönderdi... Feşmekan ülke domateslerimizi kabul etmedi...
Niçin? Çünkü bizde gıda maddelerine aşırı miktarda kimyevî madde katılmaktadır.
Kanunlarımız, tüzüklerimiz bu aşırılıkları yasaklamıyor mu? Yasaklıyor ama kim okur, kim dinler varak-ı mihr-i vefayı...
Halkımızın Bir kısmı Çok Saf - Milli Gazete


Müşteriyi aldatmak haramdır.
Merdiven altında uyduruk ilacımsı bir şey yapıyor, zavallı saf hastalara bunu yüksek fiyatla satıyor. Bu kazanç haramdır.
En berbat kıymalardan, tavuk derilerinden, jenetiği değiştirilmiş kanserojen soya unundan çok kalitesiz, sağlığa zararlı berbat bir döner yapıyor, bunu "nefis döner" diye ilan ediyor. Kazancı haramdır.
Sucuk ve salama evcil domuz eti, yaban domuzu eti, at eti, eşek eti, haram yağlar karıştırıyor, bunları halis dana eti diye etiketliyor. Kazancı haramdır.
Belediyecinin vazifesi yiyecek maddelerini devamlı ve sıkı şekilde kontrol etmektir. Bir belediye başkanı ve emrindeki sorumlular bu kontrolları yapmazlar ve halka domuz ve eşek eti yedirilirse aldıkları maaş haram olur. (Hem de zıkkım olur)
Helal Kazanç Haram Kazanç - Milli Gazete
 

yazarcizer

🏆Pro Tasarımcı🏆
Katılım
2 Mar 2009
Mesajlar
657
Tepkime puanı
26
“Hayat'larımızı yok etmek, çürütmek, kirletmek, nefes alınamaz ve yaşanmaz hale getirmek için ne kadar çok şey yaptığımızı sıralamaya kalksak, sonunu getirmeye ömrümüz yetmez.”
https://yenisafak.com.tr/yazarlar/GokhanOzcan/iki-nokta-bir-unlem/34706

Her işletme özel bir muafiyeti yoksa belediyeden işletme ruhsatı almadan işyeri açıp işletebilir mi? Açamaz. Açar ve yakalanırsa belediye gereken cezayı uygular. Gıda üretecekseniz de ilgili bakanlığa gidip, ‘ben şu gıdaları üreteceğim’ diye beyanda bulunuyorsunuz. Oda size bir üretici numarası veriyor ve gönderiyor. Şimdi üretici numarası aldınız diye ürününüz kaliteli ve sağlıklı mı oluyor? Bakanlık izniyle üretim demek, bundan ibarettir ve kaliteyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bir avantajı vardır. Bakanlık üreticiye kolay ulaşır ve denetleme imkânı artar. Bu gerekli bir işlemdir ve neden vardır şeklinde bir itirazımız yok. İtiraz ettiğimiz nokta bakanlığın veya üreticilerin bu yöntemi bir kalite veya sağlıklılıkmış gibi sunmasıdır.
https://www.kemalozer.com/sentetik-dunyayi-birakip-oze-donmek-gerek-309h.html

Ticarî sır!"

Gıda Hareketi - www.gidahareketi.org

Şaka değil; Geleneksel Yönetmeliğine göre sertifika alan ürün/üretici sayısı sadece 2 tane:

Geleneksel Sertifikası » Sertifikalı Ürünler

Danimarka’dan Muzaffer Alev Kardeşimiz Bildiriyor

“Muhterem Mehmed Şevket Eygi Ağabey… Danimarka devleti sağlık dairesi, en küçük manavdan en büyük fabrikaya kadar gıda maddesi imal eden, satan firmaların hepsinden sağlık kontrol vergisi alıyor. Firmalara haber vermeden sık sık kontrole gidiliyor. Hallerde toptan satılan meyve ve sebzeler laboratuvarlarda kontrol ediliyor. Devlet halkın sağlığı ile ilgili masrafı fazlasıyla peşinen firmalardan alıyor. Aynı kasko araba sigortası gibi. Suçlu firmalar ayrıca ceza da ödüyor. MUZAFFER ALEV, Kopenhag”

***

Bizde yukarıda anlatılan sistem işler mi, bilmiyorum ama Türkiye’mizde halka yedirilen ve içirilen gıda maddeleri ve meşrubat konusundaki denetimlerin, analizlerin, halkı zehirleyen suçlulara verilen cezaların çok az ve çok yetersiz olduğunu kesinlikle söyleyebilirim.

Siyasî iktidar ve belediyeler suçluların üzerlerine gitseler, onların ve yanlarında çalışıp ekmek parası kazananların düşmanlığını kazanacaklar ve oylarını kaybedeceklerdir.

Bu meselenin çözümü şöyle olur:

(1) Halk şuurlanacak=bilinçlenecek ve yeterli şiddette ve yoğunlukta tepki gösterecektir.

(2) Gıda maddeleri ve içecekler konusunda gerekli sıkı denetimler, analizler yapılmazsa, suçlular yeterli ve önleyici şekilde cezalandırılmazsa gelecek seçimlerde oylarımızı size vermeyeceğiz şeklinde tehditlerde bulunulmalıdır. Oy kaybetme korkusu olmazsa kesinlikle yeterli denetim yapılmaz, ne şiş yansın ne kebap idareciliği sürer durur.

(3) Sivil kuruluşlar, dernekler gıda ve meşrubat, sebze ve meyve, kırmızı ve beyaz et, balık, yumurta, bal, ekmek, memba suyu vs. sektörlerde devletin ve belediyelerin tam olarak yapmadığı, yapamadığı kontrolleri yapmalı, bu konuda bir kamuoyu oluşturmalı ve sorumluları vazifelerini yapmaya mecbur etmelidir. Ülkemizde tüketiciyi koruma sivil kuruluşları vardır. Bunlar birleşmeli, ortak bir laboratuvar kurarak tahlillere başlamalıdır. Piyasadan noter vasıtasıyla alınan örneklerde sağlığa aykırı maddeler bulununca imdat tamtamları çalınmalıdır. Büyük medya bu işi tek başına yapmaz. İlan ve reklam gelirleri meselesi…

(4) Halk zehirli, mağşuş, sahte gıda maddeleri yediren firmalar ve fabrikalar aleyhinde yargıya gidilmeli ve ağır tazminat davaları açılmalıdır.

(5) Halka evcil domuz, yaban domuzu ve eşek eti ve yağı yedirenlere karşı bütün yasal yollardan mücadele edilmelidir. Hahambaşılık Musevî vatandaşları kendi Şeriatine göre koruyor da, bizim Diyanet bu konuya ve sahaya niçin el atmıyor?

(6) Halkı zehirleyenlere verilecek cezalar caydırıcı ağırlıkta olmalıdır. Sahtekarların dükkan, atölye ve fabrikaları başlarına yıkılmalıdır.

(7) Halk yığınları gıda ve meşrubat konusunda bilinçlendirilmelidir. Sadece mağşuş ve sahte gıdalar ve boyalı meşrubat konusunda değil, her konuda. Günde 6 milyon ekmeğin çöpe atıldığı bir ülkede yaşıyoruz!.. Halkın büyük kısmı sağlıklı beslenme nedir bilmiyor. Sağlık, tıp, ilaç, tedavi konusunda da cehennemî bir kısır döngü içindeyiz.

Mehmet Şevket Eygi

tv arşivi

Çapa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar, endüstriyel yoğurdun yoğurt olmadığını ve son dönemde artan kanser vakalarında bunun etkisinin ilk sırada olduğunu söyledi.

Kanser hastalığı her geçen gün artıyor. Etrafımızda her gün birisine kanser teşhisi konulduğunu duyuyoruz. Uzmanlar, kanserdeki bu kadar yoğun bir artışı yalnızca sigara ile alkolle ve obezite ile açıklamanın mümkün olmadığını düşünüyor.

Rotahaber'e konuşan Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi öğretim üyesi Dr. Yavuz Dizdar bu kadar çok hasta ortaya çıkmasını herkesin maruz kaldığı bir etmenle olabileceği görüşünde. Beslenme açısından da birbirinden çok farklı sosyal statüdeki insanlarda da kanserin görüldüğüne dikkat çeken Dizdar, "şunları hayatınızdan çıkarın diyebileceğiniz neler var" sorusuna şu cevabı verdi:

"Biz bilim adamları olarak geçtiğimiz yıllarda bunu çok tartıştık. Birinci sırada olan yoğurt hala ilk sıradaki yerini koruyor. Bizim ülkemizde yoğurt, diğer ülkelere göre açık ara daha çok tüketilen bir üründür. Yoğurt, beslenmeden öte insan vücudunun dengesinin korunması açısından da çok önemlidir."

Bu sözleri ifade eden Yavuz Dizdar, bir noktanın altını çiziyor. "Ama işlemden geçmemiş, endüstriyel yoğurt olmamalı" diyor. Dizdar, endüstriyel yoğurttan niçin uzak durulması gerektiğini de şöyle anlayor:

"Çünkü endüstriyel yoğurt, yapay bir ürün. Ekşimiyor, dolapta bekleyen yoğurdu haftalar boyunca üstten yemeye devam etseniz bir şey olmuyor. Bunu ben defalarca test etmiş biri olarak biliyorum. Biraz dikkat eden herkesin de bildiğini düşünüyorum.

Bir ürün bu kadar çok tüketiliyorsa, bu kadar derin bir değişime gitti ise sorun var demektir. Bir gıdanın bozulma biçiminin dönüşmüş olması, ekşimenin ötesinde küflenmeyi bile atlıyor olması içerikte çok fazla değişiklik yapıldığını gösterir. Kimse kusura bakmasın. Bunlar yoğurt değiller. "

Ana fermente ürünün yoğurt olduğunu hatırlatan Dizdar, maalesef Türkiye'de olmazsa olmazın başında yoğurt ve ayranın geldiğini hatırlatıyor.

HER ŞEY SON 10 YILDA DEĞİŞTİ

Türkiye'de yoğurdun bir 10-15 yıl önce kesinlikle böyle olmadığını hatırlatan Dizdar, bu yeni yoğurt yönteminin bilinçli bir şekilde Türkiye'ye dayatıldığını söyledi. Dizdar, bu güçlerin, yoğurda ilişkin Türkiye'deki yasal tebliğleri bile değiştirdiğini ifade etti. Kendisinin bu konuda eleştirileri gündeme getirdiğinde bazı endüstriyel yoğurt üreticilerinin, "Hocam size bozulmayan yoğurt verdik daha ne istiyorsunuz" diyenlerin olduğunu dile getirdi.

Dizdar, "Peki hayatımızdan her şeyi ile yoğurdu çıkarmalı mıyız?" sorusuna da kesin bir cevap veriyor. "Kesinlikle hayatımızdan çıkarmamalıyız. Tam tersine mümkün olduğu kadar daha çok yer açmalıyız. Ama, endüstriyel yoğurdu bırakıp yoğurdu evde yapmalıyız" diyor.
Yoğurdu hayatınızdan çıkarın! Çünkü...

Üstelik floridli… Bu cümleyi diş macunu reklâmlarında mutlaka duyarız. Beyaz ve sağlıklı dişler için, içinde florid olan diş macunlarına ihtiyacımız vardır. Televizyon ekranlarındaki beyaz önlüklü diş hekimleri hep böyle derler. Amerika’da ise florid içme sularına sa karıştırılıyor. Avrupa’da yasak olan bu işlemi gerçekleştiren ABD’de her yıl 143 bin ton florid ‘’ ağız sağlığı, temiz içme suyu ve su borularının hijyenliği’’ adına Amerikalıların musluk sularına tatbik ediliyor. İngiltere ise floridli musluk suyunun yasaklanmadığı tek Avrupa ülkesi.

‘’ Thamoo Water’’ 2000 yılında ABD uygulamasını örnek alarak İngiltere’de musluk sularına florid karıştırmak için yasa önerisini Londra’daki Parlementı’ya vermiş bulunuyor. Yasa önerisine İngiliz kamuoyunun tepkisi oldukça büyük oldu. Anti-Florid Kampanyası’nın yoğun çalışmaları sonucunda başta Boots, Sainsbury ve Safeway gibi büyük market zincirleri ‘’floridsiz diş macunları’’nı üretip raflarına yerleştirmek zorunda kaldı.

Floridli diş macunlarının üzerindeki büyü kalkarken kamuoyu florid denen ve iyi bir şey zannedilen kimyasal maddenin bir zehir olduğunu öğrendi. Ve çok daha ürkütücü bir bilgiyle karşılaştı. Kitlesel düşünce kontrolünde floridin kullanıldığını.

Sodyum florid ya da fare zehiri:

19. yüzyılda yaygın deyimle ‘’şeytan zehiri’’ olarak bilinen sodyum florid fare zehiri olarak kullanılıyordu< bir çok endüstri kolunun atık ürünü olan ve sodyum silikoflorid ile birlikte elde edilen alüminyum üretimi endüstrisinin bir atığıdır. Depolanması oldukça güçtür. Denizlerin dibinde depolandığında milyonlarca balığın ve deniz canlısının ölümüne neden olmakta, eğer toprağa depolanırsa nehirlere ve yeraltı sularına karışmakta ve toprağı zehirlemektedir. Metali yeme özelliği de bulunduğu için sodyum floridin depolanması için üretilen konteynırlar oldukça pahalıya mal olmaktadır. 20. yüzyılın ikinci yarısında kapitalizmin bu zehirli atığın depolarına maliyetinden kurtulmak için ‘ floridli diş macunları’ masalını ortaya atmış, başta ABD olmak üzere dünya çapında bir dizi üniversitenin diş hekimliği ve halk sağlığı bölümlerinde diş sağlığı için floridin faydaları üzerine araştırmalar yönlendirmiş ve sonuçta her ülkede floridli diş macunları diş hekimleri kuruluşlarının onayını almıştır.

Arsenikten 15 kat daha kuvvetli

Anti Florid kampanyası’nın önde gelen sözcülerinden Massachusers Tıp Merkezi’nden Dr. Bush, sodyum floridin arsenikten 15 kat daha kuvvetli olduğunu belirtiyor. Dünyadaki kanser oranının en yüksek olduğu Amerika’da içme sularına florid tatbik edilen bölgelerde kanser oranının iki hatta üç kat daha fazla olduğu ve bu oranın nükleer santral bölgelerinde kansere yakalanma risk oranı nükleer santral bölgelerinde kansere yakalanma risk oranı ile eşdeğer olduğu da açıklanan bir diğer bilgi. Sodyum florid, diş macununun yanı sıra bir de içme suyu ile alındığında vücutta büyük bir tahribata neden oluyor. Damarlar, sinir sistemi, kemik yapısı ve dişlerde ağır bir tahribat gerçekleştiriyor. ABD’de uygulamanın, kısa adı EPA (Environmental Protection Agency Çevre Koruma Örgütü) olarak bilinen kurum aracılığıyla gerçekleştirildiğini ve EPA’nın içme sularında florid kullanılmasına ilişkin tavsiye raporları verdiğini de hatırlanmak istiyoruz. EPA hazırladığı bu ‘’tavsiye’’ raporlarında endüstri kollarına atıklarını değerlendirmenin ve atıklarından para kazanmanın yollarını gösteriyor. Bu atıkların başında ise sodyum florid geliyor. İçme sularına florid karıştırılması yasa maddesi böylece devreye giriyor. Amerikalıların ‘’çevre’’ koruma kurumu, sermayeyi koruma kurumu olarak faaliyet gösteriyor.

Florid Nazi kamplarında

Florid kullanımının karanlıkta bırakılmış ilişkiler ağında ise çok daha ürkütücü bilgilerle karşılaşıyoruz. Florid, semap olarak bilinen ilaç üretiminde kullanılan bir malzemeyi içeriyor. Bu ise floridin üretimiyle, sarin ve soman olarak bilinen sinir gazlarının üretimini mümkün kılıyor. Bu üretimin geliştirilmesi ise 2. Dünya savaşı sırasında Hitler Almanyası’nda Yahudileri yok etmek için Zyklon B adındaki gazı üreten Alman kimya fabrikası LG. Farben’de gerçekleştiriliyor.

LG: Farben, sodyum floriden sinir gazı üretim teknolojisini 1939 yılında ALCOA adlı Amerikan alüminyum şirketinden alıyor. Nazi bilim insanları floridin içme suyuna karıştırılması için ilk deneyleri gerçekleştiriyor. Bu deneylerde içme suyundaki floridin beynin belli bir bölgesini uyuşturduğunu ve bireyin direnme gücünü kırdığını tespit ediyorlar. Bu keşiften sonra florid, Nazi toplama kamplarındaki içme sularına karıştırılıyor. (iyibilgi)

https://www.youtube.com/watch?v=u_EAZ78lqaU

Ayran deyip geçmeyelim.

Beslenme uzmanlarının belirttiği gibi en faydalı içecektir.

Ama hangi ayran?


''Ayran

Ayran deyip geçmeyelim.

Beslenme uzmanlarının belirttiği gibi en faydalı içecektir.

Ama hangi ayran?

Marketlerde, bakkallarda, büfelerde satılan pet şişedeki, bardaktaki fabrikadan çıkmış ayran mı? O tıpkı fabrikadan çıkan yoğurtlar, yağlar gibi ilaçlıdır. Bir tadı vardır elbet ama bunun gerçek ayranla hiç alakası yoktur.

Gerçek ayran nasıl yapılır?

Sütü kaynatıp yoğurt yapacaksınız. Özellikle koyun sütü. Yaylada otlamış hayvanın sütü. Yoğurdu yayığa boşaltacaksınız. Yayık bazı yörelerde tahtadan, bazı yörelerde deriden yapılır. Göçebe geçmişimizin en eski âletlerindendir.

Yayık bir iple beşik gibi asılır ve ileri geri savrularak içindeki yoğurt dövülür. Ne zaman kıvama geldiğini bu işi yapanlar bilir. O zaman ağzı açılır. Ve görülür ki tereyağı mis gibi kokusuyla top top olmuş üzerine çıkmış.

İşte gerçek tereyağı budur. O bir mucizedir. Aşırıya kaçmadan yiyebildiğiniz kadar yiyin. Her derde devadır. Tereyağı düşmanlığını margarinciler çıkarmıştır. Ama bu yağı bulmak zor. Yaylada bir akrabanız varsa, hilesiz-hurdasız ancak ondan alırsınız.

Tereyağını alıp bir kaba koyun, yayıkta kalan kısma ayran denir. İşte gerçek ayran budur. Muhteşemdir. İçmeye doyamazsın. Kıvamlıdır, su katılmadan içilir. (Keşke bulsak da içebilsek).

Marketten aldığın yoğurttan bir tasa iki kaşık koyup biraz da su ekleyip çırparak yapılan şeye ayran denmez. Onun adı 'çalkama'dır ve makbul sayılmaz. Bu sebeple çarşıda pazarda gördüğünüz çalkamaları ayran sanmayın.

Başbakanın ayranı milli içecek ilan etmesinin ardından rakıcılar yerine müracaat ederek rakının 'milli içki' olarak tescilini istedi. Meyhane müptelaları için normaldir.

Ondan geçtik, bu defa bir Süryani vatandaşımız Mardinli kuyumcu Gabriel Oktay Çilli 'Ne ayran ne rakı, milli içkiniz şaraptır' demez mi? (Milliyet, 4 Mayıs 2013) Gabriel kardeş sadece Süryanilerin değil elbette ki tüm Hristiyanların kutsal içkisi şaraptır. Kabul. Ama bu işe Müslümanları karıştırma, ayıp oluyor.

Tüketim ekonomisinin kültürel ayağı yiyeceklerin pazarlanması için akla hayale gelmeyen usuller kullanıyor. Hatırlarsanız bir kaç yıl önce bir 'Nar' fırtınası esmişti. Bir bardak nar suyu beş liraya çıktı. İnanılır gibi değil, ben televizyonda nar suyu ile yapılan cilt masajı bile gördüm.

Amerika'da yayımlanan bir dergi (Reader's Digest) bazı meyve ve yiyeceklerin 'romantizmi tetiklediği'ni yazmış. Buyur burdan yak. Üstelik bu yiyecekler aynı zamanda 'afrodizyak'mış. Yani bir alana bir de bedava. Romantizm ve afrodizyak kavramları çağ insanı için o kadar 'kışkırtıcı' ki, dergi bunu gündeme taşımış. Bu haber elbette ülkemiz dahil dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. Medyada yer alan her şeye inanmak eğiliminde olan kalabalıklar içinde elbette bir miktar gerçek taşıyan bu tesbite teslim olacaktır.

Avokado'nun afrodizyak etkisini Azteklere kadar götürüyorlar.

Çikolata –özellikle bitter– haz hissini tetikliyormuş. Çikolata sanayi o kadar gelişti ve yaygınlaştı ki, bağımlılık yaptığı biliniyor.

Muz testesteron üretimini hızlandırıyormuş.

Bal doğal enerji deposuymuş. (Sadece bu kadar mı? Balın kırk derde şifa olduğunu cümle âlem biliyor).

Kahve kadınlarda cinsel arzuyu tetikliyormuş. Bu sebeple mi çok fal bakıyorlar?

Karpuz vücutta viagra etkisi yaparmış (Ufak at da civcivler yesin).

Zeytinyağı'nın faydaları sayılıyor. Yahu bunu binlerce yıldan bu yana biliyoruz. Ama ne dedik, bir sürü üfürük arasına iki tane gerçek koyacaksın ki, adam inansın yani.

Çilek C vitamini açısından zenginmiş. Eh biraz öyle. Ben sana C vitamininin en zengin kaynağını söyleyeyim: Kuşburnu.

Nar antioksidan, ayrıca cinsel yönden erkeklere faydalıymış.

Kiraz kalp atışlarını düzenliyormuş. Yahu Allah'ın insanlara lütfettiği her nimetin bir hikmeti elbette var. Bilim zamanla bunları buluyor. Ancak şu 'sağlıklı yaşam' sektörü var ya, medyayı acaip besliyor yani. Bu son haber öncekilerin üzerine tüy dikti.

Mustafa Kutlu / Yeni şafak''


"Bu malın garantisi benim abi!.."

Uğur Işılak İle Söz Pazarı - Bülent Akyürek - Bölüm 4/5 [01.05.2010] - YouTube
 
Üst