Neler yeni

Yeni mesajlar Yeni konular En çok mesaj En çok tepki En çok görüntülenen

30'lular 40'lı lar İçin

koserim

🏆Pro Tasarımcı🏆
Katılım
20 Ağu 2007
Mesajlar
755
Tepkime puanı
11
Şimdilerde şairin tabiri ile yolun yarısına gelmiş olan nesil,çocukluğunu ya da ilk ergenlik yıllarını 1982, yani Özal öncesi yaşamış kişiler.

30 ile 40 yaşları arasındaki Türk insanı üzerinde, yaşadıkları dönemin çok büyük etkisi olmuştur. Onca olumsuzluğa, onca yokluğa rağmen o yıllara karşı müthiş bir özlem taşır içinde. Özlem,çocukluk ya da gençliğe midir yoksa o yılların masumiyeti ve saflığına mıdır bilinmez.

Yıl ya 78 ya da 79. Erkek kardeşim bir- iki yaşında, benilkokuldayım.

Evimizin karşısındaki müstakil evde üniversiteli gençler yaşıyordu ve ev arada sırada silahlı kişiler tarafından basılıyordu. Biz,kaza kurşununa hedef olmamak için ailecek yerde yatıyorduk.

Polis evlerde olur olmaz aramalar yapıyor diye, babam kütüphanemizdeki tüm sol içerikli yayınları divandaki iki yatağın arasına saklıyordu. Yolda yürürken bile birileri sizi durdurup kimlik soruyordu. Her hafta sonu, evimizin duvarına yazılan yazıları boyuyorduk.

Okuduğum ilkokulun kantininde simit ve Çamlıca gazozu dışında bir şey yoktu, zaten o zamanlar çocuğa haftalık vermek diye bir şey de yoktu. Gene de bakkala gidişlerimde kalan para üstlerini haftalarca biriktirip, tüpte şokella alıyordum. Onca zaman para biriktirilerek alınan ve bitmesin diye gıdım gıdım yenen o tüpte şokellanın tadını hala hiçbir şeyde bulamıyorum.

Ben şanslıydım, babam denizciydi. Seyir dönüşleri bana envai çeşit oyuncak getiriyordu Avrupa'dan. Ama o zamanın çocukları bile bir tuhaftı, ben mahalledekilerle paylaşmayınca o oyuncaktan da zevk almıyordum. Hala gazoz kapaklarını taşla düzeltip, bugünün TASO'larına benzeyen şeyler yapıyordum. Dokuztaş, misket, kukalı saklambaç, hele o "en de tura bir iki üç güzellik", unutulur gibi değildi.

İnşaatlardan sökülen paslı çivilerle oynanan toprağa çivi saplamaca gibi tamamen yokluğun tetiklediği yaratıcılık örnekleri. Sokaklar bizim, dert yok, tasa yok, oyuncak yoktu, olsa da devir hesap devri alacak para yoktu ve eğlence yaratıcılığımıza kalmıştı. Yaz günleri, sabahtan akşama kadar sokaktaydık. "Sokağa Çıkmak"diye bir deyim vardı.

Hayat o kadar güzeldi ki, ilk aşkıma dört yaşında vurulmuştum. Net hatırladığım bir sahne var: Adi Yalın. Babası ona iki tekerlekli bisiklet almış ve bana "Yarın seni de bindireceğim" diye söz vermişti. Bindim mi? Hatırlamıyorum, sonra taşındılar mahallemizden. İkinci aşkım, alt katımızda oturuyordu. Bir gün incir toplayacağız diye, Çengelköy sırtlarında kaybolmuştuk birlikte.

Diyarbakırlı Kürt bir Karpuzcumuz vardı . Salı Cuma karpuz, kavun getirirdi kamyonla. "Kavun ye bal ye" diye bağırırdı. Hakikaten de o kavun bal gibiydi. Hele o zamanın çilekleri, bir reçel kaynadı mı, değil apartman mahalleyi sarardı o nefis çilek kokusu. Reçel yapılacak çilek neredeyse bir gün boyunca beş altı kez suyu değiştirilerek kovalarda bekletilirdi toprağı çıksın diye. Üstelik suya da rengi geçmezdi. Şimdi çilekler toprakta yetişiyor ama toprağa değmeden büyüyor. Belki de o yüzden ne tadı var ne de kokusu.

Siyah beyaz ve tek kanallı televizyon, küçücük parmaklarımızın arasında kaybolana dek bıçakla yontulan kalemler -ki kalemtıraş
kullanmak israftı, sınıflardaki çöp kovası onu kalem açma kuyruklarını unutan var mı?

Plastik ilkel beslenme çantaları ve okula götürülmesi yasak olan muz. Hele iç içe gecen halkalardan oluşan ve her zaman akıtan o plastik bardaklar, kâbusumdu benim. Uçlu kalem geldiğinde memlekete, uzay mekiği gibi bakmıştık ve onun ucu da uzay mekiği fırlatma rampası gibi kavrardı kapkalın kalem uçlarını.

Bunların her biri güzel birer anı, 30 lu yıllarını sürenler için.40 lı yıllarını sürenler için o dönem, terörle özdeş. Zira çoğu Üniversiteyi ya zar zor bitirdi, ya da ayrılmak zorunda kaldı. 50 üzeri için ise hatırlanmak bile istenmeyen günler. Çünkü onlar çocuk okutmak ve yaşam mücadelesi vermek zorundaydı, onca yokluğa,parasızlığa ve kardeş kavgasına rağmen. Sadece çocuklar o yılların tadını çıkardı, sadece çocuklar mutlu ve umarsızdı ve sadece çocuklarda hatırlanası güzellikler bıraktı.

O dönemin çocukları, şimdi çocuk yetiştiriyor.
Sahip olamadıkları oyuncaklarla dolu çocuklarının odaları.

Yedikleri dayakların inadına seslerini bile yükseltmiyorlar çocuklarına. Dizlerinden, dirseklerinden yara kabuğu eksik olmayan o zamanın çocukları, çocuklarından kan alınırken fenalaşıyorlar.Ancak hava karardığında ve babası işten geldiğinde eve giren şimdinin ana babaları, çocuklarını kapı dışarı çıkaramıyorlar,zaman zaman haklı sebeplerle. Annelerinin bir bakışı ile mum kesilen, akşama babana söylerim tehditleri ile büyümüş o çocuklar,bugün kendi çocuklarının psikolojisini bozar diye HAYIR bile diyemiyorlar.

O zamanın çocuklarının, şimdiki çocukları doyumsuz, çoğu bilgisayar başında patates cipsi yediği için şişman, hepsi zehir gibi akıllı ama onca imkâna rağmen okulu pek azı seviyor. Çelik çomağı, kukalı saklambacı ve hatta uçurtma uçurtmayı bilmiyor. Onların uçurtmaları marketlerde hazır yapılmış olarak satılıyor ve babayla bir Pazar günü saatlerce uğraşarak uçurtma yapmanın zevkini ve yeşil tepelerde uçurtma uçurmanın tadını bilmiyorlar.

Okulun açılacağı haftanın öncesinde önceleri zevkle başlayan ama sonra işkence halini alan, defter kaplamanın ne demek olduğundan habersizler, defterlerin kaplanmaya ihtiyacı yok çünkü. Kâğıt onlar için buruşturulup atılabilecek bir şey, defterden kâğıt koparmanın nasıl olup da YASAK olabileceğini akılları almıyor.

Hiç dut silkelemediler, bembeyaz çarşaflara ve hiç incir ağacının ince dalına basıp yuvarlanmadılar komşunun bahçesine.

Mutlular mı?

Umarım öyleler.

Peki, çocukluklarını bizler gibi, özlemle anacaklar mı?

Umarım ...
 

N/A7

🏆Pro Tasarımcı🏆
Katılım
11 Kas 2007
Mesajlar
579
Tepkime puanı
12
Yaş
39
ahh ahh nerde o eski günler :D
 

GraphiClubeR

🏅Acemi Tasarımcı🏅
Katılım
24 Ara 2007
Mesajlar
75
Tepkime puanı
1
40 yasında deılım.hatta 20 ye bıle gelmek ıstemıyorum.ama cok duygusal bı metınmıs.etkılenmedım degıl.40 yasındakıler kadar da degıl tabıkı.paylasım ıcın tesekkurler.(ınsan cocuklugunu ozlemez mı hıc ):Sbabama gosterıcem bu metnı:)
 

sevgiden-iz

🌟Usta Tasarımcı🌟
Katılım
26 Şub 2010
Mesajlar
335
Tepkime puanı
67
Şimdilerde şairin tabiri ile yolun yarısına gelmiş olan nesil,çocukluğunu ya da ilk ergenlik yıllarını 1982, yani Özal öncesi yaşamış kişiler.

30 ile 40 yaşları arasındaki Türk insanı üzerinde, yaşadıkları dönemin çok büyük etkisi olmuştur. Onca olumsuzluğa, onca yokluğa rağmen o yıllara karşı müthiş bir özlem taşır içinde. Özlem,çocukluk ya da gençliğe midir yoksa o yılların masumiyeti ve saflığına mıdır bilinmez.
......................

Dizlerinden, dirseklerinden yara kabuğu eksik olmayan o zamanın çocukları, çocuklarından kan alınırken fenalaşıyorlar.Ancak hava karardığında ve babası işten geldiğinde eve giren şimdinin ana babaları, çocuklarını kapı dışarı çıkaramıyorlar,zaman zaman haklı sebeplerle. Annelerinin bir bakışı ile mum kesilen, akşama babana söylerim tehditleri ile büyümüş o çocuklar,bugün kendi çocuklarının psikolojisini bozar diye HAYIR bile diyemiyorlar.
.......................
Mutlular mı?

Umarım öyleler.

Peki, çocukluklarını bizler gibi, özlemle anacaklar mı?

Umarım ...

Çok güzel...

İlk okuduğum andan beri neler neler geldi aklıma, neler neler yazdım ama hiç bu kadar akıcı ve güzel anlatamadım...:smile:

O kadar çok şey hatırlattı ki bu başlık

Gerçekten bu kadar doğru ve içten anlatılabilir yaşananlar. O dönemlerin çocuğu olarak benzer olayları yaşamış birisiyim ben de.

Annem ve babam tarafından hemen her gün tembih edilirdi
-Aman kızım hangi gazeteyi alıyorsunuz diye soran olursa söyleme sakın. Diye.
Hep isyan ederdim.
-Niye anne, niye baba, niye söylemeyeyim ne zararı var?
Oysa evimize çoğu gazete-dergi ne varsa alınırdı ve en ince ayrıntısına kadar okunurdu.


Teşekkürler paylaşım için...:smile:
 

özgüll

👑Efsanevi Grafiker👑
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
3,704
Tepkime puanı
168
Okurken gözlerim doldu. Bahsedilen yıllarda henüz yoktum, hep de merak etmişimdir o yılları.

Ama defter kaplamayı pekala biliyorum, incir ağacından düşmedim belki ama erik ağacından kaç kez düştüğümü hatırlamıyorum bile. Hem de ölüm tehlikesi atlatarak...

Biten defterimi silerek yenilediğimi ve tekrar kullandığımı çok iyi hatırlarım, akşamı bırak okuldan bir saat geç gelsem yediğim fırçaları, bebeğime diktiğim o çirkin elbiseleri...

Karşılaştırılamaz tabi ki hiçbir zaman birbiriyle. Sonuçta söz konusu çocukluk, herkesin çocukluğu özeldir.

Çok güzel bir anlatım.
Teşekkürler.
 
Üst