Nur
👑Efsanevi Grafiker👑
- Katılım
- 26 Ağu 2007
- Mesajlar
- 2,238
- Tepkime puanı
- 156
“Yüzünü örten perde açıldığında hakikat eğer hala hakikate benziyorsa, bu durumda, çıplak hakikat diye bir şeyden söz edilemez”
Baudrillard
Tüketim toplumunda ruhun yerini beden almıştır. Bedenin etrafı ise sağlık, perhiz, tedavi, arzu gibi söylencelerle kuşatılmıştır. Bedeni bir yatırım nesnesi haline dönüştüren kitle iletişim araçları, bizleri bedenleri yeniden ve sürekli olarak keşfetmeye davet ederler.
Örneğin; bir kadın dergisindeki modelin sıcaklığı ile modern bir mobilya takımının sıcaklığı aynıdır. Bu bir “ambiyans” sıcaklığıdır. Yani cinsellik, “işlevsel” bir konuttaki sıcak ve soğuk renkler oyunu gibi sıcak ve soğuktur. Erotik olan artık arzuda değil onun göstergelerindedir.
Cinsellik de artık sadece cinsellikte değil, başka birçok yerdedir; medyada, sinemada, edebiyatta. Aynı şekilde siyaset de siyasette değildir yalnızca, bütün alanlara sıçramaktadır: Dine, sanata, felsefeye, bilime... Futbol biraz siyaset, sanat biraz magazin, magazin de bugün biraz sanat olmuştur.
Asıl ile kopya, gerçeklik ile görünüş iç içe geçmiştir. Hayatlarımız git gide bir simülasyona dönüşmeye başlamıştır. Toplum büyük ölçüde birbirine benzeyen, televizyonun dünyasındaki gibi konuşan, düşünen ve giyinen bireylerden oluştuğu için artık varlığının anlamını bulmaya çalışan birey tipi büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
“Şeffaflık Çağı” adını verebileceğimiz bu çağ her şeyi her şeye karmaktan kendimizi alamadığımız, her şeyin her şey olabildiği, herkesin her şeyi söyleyebildiği, herkesin her şeyi yapabildiği bir çağdır. Politikayı kamuoyu araştırmaları, reklamı testler, radyoda çalınan parçaları tüketici panelleri, sinemada oynatılan filmlerin sonunu ve afişlerini anketler, televizyon programlarını reytingler belirlemektedir. Benim çalışmalarım sistemin bu ters yüz edilişini ve transseksüel yapısını ortaya koymaya çalışmaktadır.
Sürekli cinsel, siyasi ve dinsel manipülasyonlara tabi tutulan bireyin parçalanmışlığını ve çaresizliğini konu almaktadır. Serumla gelen kendini iyi hissetme hali, denetimli anestezi, klonlanmış ifadeler ve üzerlerinde uyurgezerlik halini taşıyan modeller çevrelerine saçtıkları mutluluğu, yüzlerinde sadece birer maske olarak taşımaktadırlar.
Çalışmalarımdaki modeller artık arzu edilecek hiçbir yanı olmayan sanal beden ve yapay androjen kimliklere dönüşmüşlerdir. Klonlanmış bedenler ve başlar başka bireylerde vücut bulmuştur. Bu ironi, kültürel ve zihinsel bir klonlanma halindeki bizlerin birbirine benzeyen kopyalara dönüştürülmesinin sanatsal bir eleştirisidir.
(Alıntıdır)
Baudrillard
Tüketim toplumunda ruhun yerini beden almıştır. Bedenin etrafı ise sağlık, perhiz, tedavi, arzu gibi söylencelerle kuşatılmıştır. Bedeni bir yatırım nesnesi haline dönüştüren kitle iletişim araçları, bizleri bedenleri yeniden ve sürekli olarak keşfetmeye davet ederler.


Örneğin; bir kadın dergisindeki modelin sıcaklığı ile modern bir mobilya takımının sıcaklığı aynıdır. Bu bir “ambiyans” sıcaklığıdır. Yani cinsellik, “işlevsel” bir konuttaki sıcak ve soğuk renkler oyunu gibi sıcak ve soğuktur. Erotik olan artık arzuda değil onun göstergelerindedir.


Cinsellik de artık sadece cinsellikte değil, başka birçok yerdedir; medyada, sinemada, edebiyatta. Aynı şekilde siyaset de siyasette değildir yalnızca, bütün alanlara sıçramaktadır: Dine, sanata, felsefeye, bilime... Futbol biraz siyaset, sanat biraz magazin, magazin de bugün biraz sanat olmuştur.

Asıl ile kopya, gerçeklik ile görünüş iç içe geçmiştir. Hayatlarımız git gide bir simülasyona dönüşmeye başlamıştır. Toplum büyük ölçüde birbirine benzeyen, televizyonun dünyasındaki gibi konuşan, düşünen ve giyinen bireylerden oluştuğu için artık varlığının anlamını bulmaya çalışan birey tipi büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
“Şeffaflık Çağı” adını verebileceğimiz bu çağ her şeyi her şeye karmaktan kendimizi alamadığımız, her şeyin her şey olabildiği, herkesin her şeyi söyleyebildiği, herkesin her şeyi yapabildiği bir çağdır. Politikayı kamuoyu araştırmaları, reklamı testler, radyoda çalınan parçaları tüketici panelleri, sinemada oynatılan filmlerin sonunu ve afişlerini anketler, televizyon programlarını reytingler belirlemektedir. Benim çalışmalarım sistemin bu ters yüz edilişini ve transseksüel yapısını ortaya koymaya çalışmaktadır.


Sürekli cinsel, siyasi ve dinsel manipülasyonlara tabi tutulan bireyin parçalanmışlığını ve çaresizliğini konu almaktadır. Serumla gelen kendini iyi hissetme hali, denetimli anestezi, klonlanmış ifadeler ve üzerlerinde uyurgezerlik halini taşıyan modeller çevrelerine saçtıkları mutluluğu, yüzlerinde sadece birer maske olarak taşımaktadırlar.


Çalışmalarımdaki modeller artık arzu edilecek hiçbir yanı olmayan sanal beden ve yapay androjen kimliklere dönüşmüşlerdir. Klonlanmış bedenler ve başlar başka bireylerde vücut bulmuştur. Bu ironi, kültürel ve zihinsel bir klonlanma halindeki bizlerin birbirine benzeyen kopyalara dönüştürülmesinin sanatsal bir eleştirisidir.


(Alıntıdır)